Seleften biri bir zâhidin evine gitti. Zahid yemek yiyordu. Gelen misafire zâhid şöyle dedi: ‘Eğer bu yemeği borç ile almasaydım, ondan sana da yedirirdim.
Seleften bâzıları zorlamakla ilgili olarak şöyle demişlerdir: ‘Senin, arkadaşına yedirdiğin yemekten daha enfesini ve daha kıymetlisini arkadaşına yedirmek kaygusuna düşmen demektir’.
Fudayl b. İyaz şöyle demiştir: ‘Halk, ancak tekellüf ve zorlukları yüklenmekten ötürü bozuşurlar. Şöyle ki, birisi arkadaşını dâvet eder. Onun için bir sürü zorluklara girişir ve dolayısıyla ikinci bir defa arkadaşının gelmesini böylece önlemiş olur’.
Bazıları şöyle demiştir: ‘Bana gelen arkadaşımın kimliği beni ilgilendirmez. Zira ben onun için herhangi bir külfete girişmem. Ancak yanımda ne varsa onu takdim ederim. Eğer onun için külfete girmiş olsaydım, onun gelişi bana zor gelecek ve usandıracaktı’.
Zâtın biri şöyle demiştir: “Ben geçmişte bir dostumun yanına gidiyordum. O da benim için külfetlere giriyordu. Kendisine dedim ki: ‘Tek başına kaldığımız zaman, ne sen bunu yiyorsun ve ne de ben. Bu bakımdan bir araya geldiğimiz zaman neden bunu yiyoruz? O halde ya sen bu külfete girmeye son vereceksin veya ben ziyaretlerimi keseceğim’. Bunun üzerine dostum tekellüfe son verdi ve tekellüfe son verişinin yüzü suyu hürmetine bizim de ziyaretlerimiz devam etti”.
Yanında ne varsa hepsini misafirlere takdim etmek ve böylece çoluk çocuğuna zarar verip onların kalplerini ezâ ve cefâ ile doldurmak da külfete girmek demektir.
Bir zat, Hz. Ali’yi (r.a) dâvet eder. Hz. Ali kendisine şöyle der: ‘Üç şartla senin dâvetine icabet ediyorum:
a) Çarşıdan bir şey getirmeyeceksin,
Seleften bazıları, evinde ne varsa hepsini misafire takdim ederlerdi. Her çeşit şeyden sofraya getirlerdi.
Seleften biri şöyle demiştir: Biz, Câbir b. Abdullah’ın (r.a) evine gittik. Bize ekmek ile sirke takdim etti ve şöyle dedi: ‘Eğer külfete girmekten men olunmasaydık, sizin için külfete girecektim’. (1)
Seleften biri şöyle demiştir: ‘Ziyaretçin geldiği zaman, neyin varsa onu misafire takdim et’.
Hz. Peygamber şöyle anlatır: ‘Yûnus (a.s), arkadaşları kendisini ziyarete geldiklerinde onlara ekmek ve elinin mahsûlü olan sebzeleri takdim ederek ‘Buyurun yeyin. Eğer Allah tekellüf yapanlara (misafirlere ikram hususunda zorlananlara) lânet etmeseydi, elbette size daha iyisini hazırlamak için zorluklara katlanırdım’ demiştir.
Enes b. Mâlik ve diğer ashab misafirlerine kuru ekmek ve hurmalardan mevcut olanı takdim ederek şöyle derlerdi: ‘Biz, kendisine yapılan ikramı hakir görenin mi, yahut yanında bulunan nimeti hakir görüp misafirine takdim etmekten çekinen kimsenin mi günahı daha büyüktür bilmiyoruz’
2. Bu edep ziyaretçiye aittir. Şöyle ki; belli bir şeyi ısrarla iste-memelidir. Çünkü o şeyi bulup getirmek, ev sâhibine çok kere zor gelir. Eğer ev sahibi misafirini iki yemek arasında muhayyer bırakırsa (yani iki yemek adı zikredip, bunlardan birini hazırlamayı teklif ederse) misafir, ev sahibine hangi yemeği hazırlamak kolay ise, onu istemelidir. Çünkü sünnet-i seniyye böyledir.
Hz. Peygamber (s.a) iki şey arasında muhayyer bırakıldığı zaman muhakkak ki, en kolayını tercih ederdi. (2)
A’meş, Ebu Vâil’den şöyle rivayet etti: ‘Bir arkadaşımla Selmân-ı Fârisî’yi ziyarete gittik: Bize arpa ekmeği ile katık olarak tuz takdim etti. Bu meyanda arkadaşım ‘Eğer bu tuzda bir de su’teri otu bulunsaydı daha iyi olurdu’ dedi. Bunu duyan Selman, çarşıya gidip abdest aldığı ibriğini rehin bırakarak, karşılığında su’teri otu alıp getirdi. Biz yedikten sonra arkadaş şu duâyı okudu: ‘Bize rızık olarak verdiği ile bizi kanâat sâhibi kılan Allah’a hamdolsun’. Buna karşılık Selman şöyle dedi: ‘Eğer sen rızkınla kanâat etseydin, şu anda benim abdest ibriğim rehinde bulunmazdı‘.
Eğer isteğinin arkadaşına zor geleceğini bilirse veya isteğini iyi karşılamayacağı kanaatini taşıyorsa, durum böyledir. Eğer arkadaşının böyle bir istekle sevineceğini biliyorsa, isteğinde hiçbir mahzur yoktur.
Ebubekir el-Kattanî şöyle demiştir: Sırrî es-Sakâtî’nin huzu-runa girdim ‘fetit’ (ekmek kırıntıları ile karışık bir meşrubat) getirip yarısını bardağa döktü. Kendisine ‘Sen ne yapıyorsun? Ben onun hepsini bir nefeste içerim’ dedim. Bunun üzerine gülerek şöyle dedi: ‘Senin böyle demen, senin için bir hac sevabından daha faziletlidir’. Ulemâdan biri şöyle demiştir: ‘Yemek üç çeşittir:
a) Fakirlerle yerken, onları nefsine tercih ettiğin yemek,
3. Ev sahibi, misafirini iştihalandırıp, hangi yemeği canının istediğini söylemesini ısrarla kendisinden sormalıdır. Nefsi, arkadaşının isteğine razı olduğu takdirde, böyle bir teklifte bulunması hem güzeldir, hem de böyle bir teklifte büyük bir fazilet ve ecir vardır.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır:
Kim kardeşinin bir isteğine tesadüf edip (onu giderirse) günâhı bağışlanır. Kim mü’min kardeşini sevindirirse muhakkak o kimse Allah’ı sevindirmiş olur. Mü’min kardeşinin iştahının çektiği yemeği yedirip onu doyuran bir kimseye Allah Teâlâ bir milyon hasene (ecir) yazar. Bir milyon günâhını siler. Bir milyon derecesini yükseltir. Huld, Adn ve Firdevs adlı üç cennetten ona yedirir.
4. Misafire ‘Sana yemek getireyim mi?’ dememelidir. Aksine, yemeği varsa sormaksızın takdim etmelidir.
Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: “Kardeşin ziyaretine geldiğinde, sakın ona ‘yer misin veya sana yemek getireyim mi?’ deme. Hazır olanı derhal getir. Eğer yerse ne âlâ, yemediği takdirde kaldır”. Eğer ev sâhibi, misafirlere herhangi bir yemeği yedirmek istemiyorsa, onları o yemekten haberdar etmesi ve onu onlara anlatması uygun bir hareket değildir.
Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: ‘Yediğin yemekten çocuklarına yedirmek istemediğin zaman, onlara o yemekten bahsetmediğin gibi, onu beraberinde de göstermemelisin.
Sûfîlerden biri şöyle demiştir: ‘Fakirler size geldikleri zaman, onlara yemek ikrâm ediniz. Fakîhler size geldikleri zaman onlara ilmî bir mesele sorunuz. Kurralar (Kur’an okuyucuları) size geldikleri zaman ise onlara mihrabı gösteriniz’.
Kaynak : İhya-i Ulumu`d-Din – İmam Gazali
1) İmam Ahmed
2) Harâitî ve İmam Ahmed
Seleften bâzıları zorlamakla ilgili olarak şöyle demişlerdir: ‘Senin, arkadaşına yedirdiğin yemekten daha enfesini ve daha kıymetlisini arkadaşına yedirmek kaygusuna düşmen demektir’.
Fudayl b. İyaz şöyle demiştir: ‘Halk, ancak tekellüf ve zorlukları yüklenmekten ötürü bozuşurlar. Şöyle ki, birisi arkadaşını dâvet eder. Onun için bir sürü zorluklara girişir ve dolayısıyla ikinci bir defa arkadaşının gelmesini böylece önlemiş olur’.
Bazıları şöyle demiştir: ‘Bana gelen arkadaşımın kimliği beni ilgilendirmez. Zira ben onun için herhangi bir külfete girişmem. Ancak yanımda ne varsa onu takdim ederim. Eğer onun için külfete girmiş olsaydım, onun gelişi bana zor gelecek ve usandıracaktı’.
Zâtın biri şöyle demiştir: “Ben geçmişte bir dostumun yanına gidiyordum. O da benim için külfetlere giriyordu. Kendisine dedim ki: ‘Tek başına kaldığımız zaman, ne sen bunu yiyorsun ve ne de ben. Bu bakımdan bir araya geldiğimiz zaman neden bunu yiyoruz? O halde ya sen bu külfete girmeye son vereceksin veya ben ziyaretlerimi keseceğim’. Bunun üzerine dostum tekellüfe son verdi ve tekellüfe son verişinin yüzü suyu hürmetine bizim de ziyaretlerimiz devam etti”.
Yanında ne varsa hepsini misafirlere takdim etmek ve böylece çoluk çocuğuna zarar verip onların kalplerini ezâ ve cefâ ile doldurmak da külfete girmek demektir.
Bir zat, Hz. Ali’yi (r.a) dâvet eder. Hz. Ali kendisine şöyle der: ‘Üç şartla senin dâvetine icabet ediyorum:
a) Çarşıdan bir şey getirmeyeceksin,
b) Evinde olanı da esirgemeyeceksin,
c) Çoluk çocuğuna da zarar vermeyeceksin’.
Seleften bazıları, evinde ne varsa hepsini misafire takdim ederlerdi. Her çeşit şeyden sofraya getirlerdi.
Seleften biri şöyle demiştir: Biz, Câbir b. Abdullah’ın (r.a) evine gittik. Bize ekmek ile sirke takdim etti ve şöyle dedi: ‘Eğer külfete girmekten men olunmasaydık, sizin için külfete girecektim’. (1)
Seleften biri şöyle demiştir: ‘Ziyaretçin geldiği zaman, neyin varsa onu misafire takdim et’.
Selmân-ı Fârisi şöyle demiştir: Allah’ın Rasûlü, bizde bulunmayan bir şeyi misafir için hazırlamaya çalışıp zorluk çekmekten menetti ve ancak elimizde bulunanı ikram etmemizi emretti.
Hz. Peygamber şöyle anlatır: ‘Yûnus (a.s), arkadaşları kendisini ziyarete geldiklerinde onlara ekmek ve elinin mahsûlü olan sebzeleri takdim ederek ‘Buyurun yeyin. Eğer Allah tekellüf yapanlara (misafirlere ikram hususunda zorlananlara) lânet etmeseydi, elbette size daha iyisini hazırlamak için zorluklara katlanırdım’ demiştir.
Enes b. Mâlik ve diğer ashab misafirlerine kuru ekmek ve hurmalardan mevcut olanı takdim ederek şöyle derlerdi: ‘Biz, kendisine yapılan ikramı hakir görenin mi, yahut yanında bulunan nimeti hakir görüp misafirine takdim etmekten çekinen kimsenin mi günahı daha büyüktür bilmiyoruz’
2. Bu edep ziyaretçiye aittir. Şöyle ki; belli bir şeyi ısrarla iste-memelidir. Çünkü o şeyi bulup getirmek, ev sâhibine çok kere zor gelir. Eğer ev sahibi misafirini iki yemek arasında muhayyer bırakırsa (yani iki yemek adı zikredip, bunlardan birini hazırlamayı teklif ederse) misafir, ev sahibine hangi yemeği hazırlamak kolay ise, onu istemelidir. Çünkü sünnet-i seniyye böyledir.
Hz. Peygamber (s.a) iki şey arasında muhayyer bırakıldığı zaman muhakkak ki, en kolayını tercih ederdi. (2)
A’meş, Ebu Vâil’den şöyle rivayet etti: ‘Bir arkadaşımla Selmân-ı Fârisî’yi ziyarete gittik: Bize arpa ekmeği ile katık olarak tuz takdim etti. Bu meyanda arkadaşım ‘Eğer bu tuzda bir de su’teri otu bulunsaydı daha iyi olurdu’ dedi. Bunu duyan Selman, çarşıya gidip abdest aldığı ibriğini rehin bırakarak, karşılığında su’teri otu alıp getirdi. Biz yedikten sonra arkadaş şu duâyı okudu: ‘Bize rızık olarak verdiği ile bizi kanâat sâhibi kılan Allah’a hamdolsun’. Buna karşılık Selman şöyle dedi: ‘Eğer sen rızkınla kanâat etseydin, şu anda benim abdest ibriğim rehinde bulunmazdı‘.
Eğer isteğinin arkadaşına zor geleceğini bilirse veya isteğini iyi karşılamayacağı kanaatini taşıyorsa, durum böyledir. Eğer arkadaşının böyle bir istekle sevineceğini biliyorsa, isteğinde hiçbir mahzur yoktur.
Nitekim İmam Şafiî Bağdad’da Za’ferânî’nin misafiri iken böyle yapmıştır. Şöyle ki; Za’ferânî her gün pişirilen yemeklerin bir listesini yazar ve getirilmesi için cariyesine teslim ederdi. Bir ara İmam Şafiî listeyi cariyenin elinden alıp kendi el yazısıyla bir çeşit yemek daha ilâve etti. Za’ferânî sofrada onun ısmarladığı çeşidi görünce bozuldu ve ‘Ben bu yemeği ısmarlamadım’ diye çıkıştı. Bunun üzerine kendisine listeyi getirdiler, orada Şafiî’nin yazısı gözüne ilişince bundan çok memnun olan Za’ferânî cariyesini âzâd etti…
Ebubekir el-Kattanî şöyle demiştir: Sırrî es-Sakâtî’nin huzu-runa girdim ‘fetit’ (ekmek kırıntıları ile karışık bir meşrubat) getirip yarısını bardağa döktü. Kendisine ‘Sen ne yapıyorsun? Ben onun hepsini bir nefeste içerim’ dedim. Bunun üzerine gülerek şöyle dedi: ‘Senin böyle demen, senin için bir hac sevabından daha faziletlidir’. Ulemâdan biri şöyle demiştir: ‘Yemek üç çeşittir:
a) Fakirlerle yerken, onları nefsine tercih ettiğin yemek,
b) Arkadaşlarla bera-ber yenilen yemek,
c) Dünya ehliyle yenilen yemek’.
3. Ev sahibi, misafirini iştihalandırıp, hangi yemeği canının istediğini söylemesini ısrarla kendisinden sormalıdır. Nefsi, arkadaşının isteğine razı olduğu takdirde, böyle bir teklifte bulunması hem güzeldir, hem de böyle bir teklifte büyük bir fazilet ve ecir vardır.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır:
Kim kardeşinin bir isteğine tesadüf edip (onu giderirse) günâhı bağışlanır. Kim mü’min kardeşini sevindirirse muhakkak o kimse Allah’ı sevindirmiş olur. Mü’min kardeşinin iştahının çektiği yemeği yedirip onu doyuran bir kimseye Allah Teâlâ bir milyon hasene (ecir) yazar. Bir milyon günâhını siler. Bir milyon derecesini yükseltir. Huld, Adn ve Firdevs adlı üç cennetten ona yedirir.
4. Misafire ‘Sana yemek getireyim mi?’ dememelidir. Aksine, yemeği varsa sormaksızın takdim etmelidir.
Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: “Kardeşin ziyaretine geldiğinde, sakın ona ‘yer misin veya sana yemek getireyim mi?’ deme. Hazır olanı derhal getir. Eğer yerse ne âlâ, yemediği takdirde kaldır”. Eğer ev sâhibi, misafirlere herhangi bir yemeği yedirmek istemiyorsa, onları o yemekten haberdar etmesi ve onu onlara anlatması uygun bir hareket değildir.
Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: ‘Yediğin yemekten çocuklarına yedirmek istemediğin zaman, onlara o yemekten bahsetmediğin gibi, onu beraberinde de göstermemelisin.
Sûfîlerden biri şöyle demiştir: ‘Fakirler size geldikleri zaman, onlara yemek ikrâm ediniz. Fakîhler size geldikleri zaman onlara ilmî bir mesele sorunuz. Kurralar (Kur’an okuyucuları) size geldikleri zaman ise onlara mihrabı gösteriniz’.
Kaynak : İhya-i Ulumu`d-Din – İmam Gazali
1) İmam Ahmed
2) Harâitî ve İmam Ahmed
Tags:
İslami Mevzular