Çizgi Filmlerde Siyasî ve İdeolojik Propaganda Her kitap, her sinema filmi, televizyonlarda oynanan her dizi film, sahnelenen her tiyatro oyunu, bestelenen her şarkı, kaleme alınan her edebî metin, hitap ettiği kitleye belli bir inanç ve düşünceyi, bir dünya görüşünü, siyasî veya ideolojik fikri empoze etmeye çalışır.
Hangi alanda emek verirse versin, edebiyat, san’ât, yazı, şiir, müzik, resim, tiyatro, sinema, hangi dünya görüşüne ve siyasî – ideolojik düşünceye sahip olursa olsun, bir alanda çalışma yürüten ve ortaya eserler koyan, üreten, topluma sunan insanın, ortaya koyduğu eserler yoluyla topluma kendi dünya görüşünü, dînî ve mezhebî inancını, siyasî ve ideolojik düşüncesini propaganda etme hakkı vardır. Bu onun en tabiî hakkıdır. Değil mi ki o çalışmayı o yapmakta, o emeği o vermekte ve o eseri o ortaya koymaktadır, öyleyse eserleriyle birlikte kendi inanç ve düşünce yapısını, hayâl ettiği dünyayı, düşlediği toplum biçimini gizli veya açık resmetme, empoze etme hakkı, o kişiye anasının ak sütü gibi helâldir. Bu hakkı onun elinden alırsanız, san’âtı da edebiyatı da, düşünme ve hayâl etme gücünü de, üreticiliği de öldürürsünüz.
Sonuçta hiçbir kitap, sırf “Herkes kitap yazıyor, ben de yazayım bari” diye yazılmaz. Hiçbir film, “Herkes film çekiyor, ben de çekeyim bari” diye çekilmez. Her kitap, her sinema filmi, televizyonlarda oynanan her dizi film, sahnelenen her tiyatro oyunu, bestelenen her şarkı, kaleme alınan her edebî metin, hitap ettiği kitleye belli bir inanç ve düşünceyi, bir dünya görüşünü, siyasî veya ideolojik fikri empoze etmeye çalışır. Etmelidir. Bu amacın oluşundan değil, bilakis olmayışından ürkülmelidir. Çünkü şayet eser böyle bir amaç taşımıyorsa, muhtevâsında böyle bir çaba ve gayret yoksa, o zaman bu ya “para kazanmak için” üretilmiştir ya da “kişisel kariyer için”. Dolayısıyla ona “eser” bile denemez. “Meta”dır çünkü, o. Velâkin şairler, yazarlar, sanatçılar, ressamlar, müzisyenler ve sinema yapımcıları için bir “hak” olarak gördüğümüz bu özgürlüğü, çizgi film yapımcıları için de düşünebilir miyiz? Onların da aynı serbestiyet içinde hareket etmeleri gerektiğini ileri sürebilir miyiz? Elbette ki hayır!...
Nedeni ise gayet basit: Çünkü çizgi filmlerin hedef kitlesi, henüz büluğ çağına ermemiş olan çocuklardır. Henüz 2 yaşından itibaren çizgi filmlere aşinâ olan, çizgi film kahramanlarını severek o körpecik yüreğinde kendine özgü saf ve temiz bir dünya kuran çocuklara bu yolla belli bir siyasî – ideolojik propaganda yapmak, çeşitli sembolleri onların – sunulan herşeyi almaya hazır – zihinlerine şırınga etmek, ahlakî bir davranış değildir ve bunun “hak ve hürriyeti” de savunulamaz! Televizyon ekrânlarından hepimizin tanıdığı, çocuklarımızın severek ve hayranlıkla takip ettiği çizgi filmlerde, bu en temel ahlakî ilkeye riâyet edildiğini söyleyebilmek, ne yazık ki mümkün değil. Çoğumuz farkında değiliz ama, günümüz çizgi filmlerinin pekçoğunda çeşitli semboller yoluyla ve çizgi film kahramanının yetenek ve özellikleri üzerinden, küçük çocuklara siyasî – ideolojik propaganda yapılmakta, hatta ahlaksızlık propaganda edilmektedir. Yani çizgi filmler, çoğumuzun sandığının aksine, o kadar da “mâsum” değil... Biz bu çalışmamızda, çizgi film kahramanları üzerinden ve çizgi filmlerdeki çeşitli semboller kullanılarak küçük çocuklarımızın bilinçaltına nelerin şırınga edildiğini anlat(maya çalış)acağız. Gayret bizden, tevfik Cenab-ı Allâh’tandır.
İbrahim Sediyani (2013-06-17)
1-) Kapitalizm Propagandası Yapan Çizgi Kahraman: Richie Rich
İlk çizgi kahramanımız, çocuklara Kapitalizm propagandası yapan Richie Rich.“Rich”, İngilizce’de “zengin” demek.
Adından da anlaşıldığı gibi Richie Rich, oldukça zengindir. Helikopteri, profesörü, uşağı, herşeyi var. Paraya adetâ tapar. Egoisttir. Dolar’ın üstüne kendi resmini koyduracak kadar kibirli, kendini beğenmiş, köpeğinin adını “Dolar” koyacak kadar da küstahtır. Paranın kulu, zenginlik budalası bir tiptir.
Alfred Harvey’in oluşturduğu çizgi karakter Richie Rich, gerçek anlamda bir Kapitalizm tasviridir. Zenginlik, “Savarosky” taşlar, havada uçan pırlantalar... Fantastik zengin ailenin tek çocuğu ve dünyanın en zengin çocuğu.
Ayarttığı fâkir kız, hepsi de tam anlamıyla bir burjuvazi pazarlaması ve özendirmesidir. Richie Rich çizgi filmini izleyerek büyüyen çocuklar, zengin olma heveslisi olarak büyürler. Çocuklar, paraya tapan kişiliksiz bireyler haline dönüşürler. Bu çizgi film 80'li ve 90'lı yılların çocuk neslini gerçekten etkilemiştir.
2-) Komünizm Propagandası Yapan Çizgi Kahramanlar: The Smurfs (Şirinler)
“Peyo” lakaplı Belçikalı karikatürist Pierre Culliford’un eseri olan “Şirinler”, 1958 tarihinde üretildi ve 1981 yılından itibaren televizyonlarda gösterilmeye başlandı. Bütün dünyada büyük ilgi gördü, çocuklar tarafından çok sevildi.Şirinler’in yaratıcısı Peyo, tam bir Sovyet hayranı ve komünist bir karikatüristti. Çizgi filmi Şirinler’de de çocuklara bol bol Komünizm propagandası yapmış, Şirinler’deki sosyalist – komünist mesaj ve sembolller, imajlar, yıllarca çeşitli platformlarda tartışma konusu olmuştur.
“The Smurfs” (Şirinler) adlı çizgi filme sıradan, çocuklar için hazırlanmış herhangi bir çizgi film gözüyle bakmak mümkün değil. Şirinler’in ne kadar “şirin” olduklarına bakalım şimdi:
Çizgi filmin İngilizce adı olan “Smurfs”, aslında “Socialist Mens Under Red Father” (Kızıl Baba’nın Yönetimi Altındaki Sosyalist Adamlar) ifadesinin başharfleridir. Buradaki “Kızıl Baba”dan kasıt, başında kızıl şapka olan Şirin Baba, “Sosyalist Adamlar”dan kasıt da tabiî ki mavi kıyafetli Şirinler’dir.
“Şirinler” çizgi fiminin şarkısı da, “Sosyalist Enternasyonal” marşının ritmiyle tıpatıp aynıdır.
Şirinler’in lideri Şirin Baba, tıpkı Sosyalizm – Komünizm’in kurucusu Karl Marx’a benzetilerek çizilmiştir. Sakal aynı sakaldır. Karakterleri, kişilikleri de benzerdir. Şirin Baba’nın başındaki kırmızı şapka ise, Komünizm’in ideolojik rengidir.
Şirin Baba’ya (Karl Marx) öykünüp, onun gibi olmaya çalışıp bilgiçlik taslayan ve hep “eksik bilgi” ile hareket edip sürekli kendini gülünç duruma düşüren Bilgin Şirin veya diğer adıyla Gözlüklü Şirin ise aslında, evet bildiniz, Lev Troçki’dir. Simâsı, tipi aynıdır. Karakterleri, kişilikleri benzerdir. Bilgin Şirin’in yuvarlak gözlükleri bile Troçki’nin gözlükleridir. Şirinköy’de Şirin Baba’nın bilgisine en çok yaklaşan kişi Bilgin Şirin’dir ve o da bir düşünürdür. Fakat “eksik bilgi”yle hareket ettiği için bir türlü pozitif sonuca ulaşamaz. Sık sık diğer “şirinler” tarafından alay konusu olur, dışlanır ve hatta düşüncelerinden dolayı Köy Komünü’nden kovulur. Hatırlatalım: Troçki de SSCB’den kovulmuştu.
Hepsi de aynı tip ve renk elbise giyen Şirinler’in bu mavi rengi, genel bir iş elbisesidir ve ayırt edici şapkaları ve mavi derileriyle, Komünist Çin Halk Cumhuriyeti’nde, Mao Zedung Komünü’ndeki “Mao kıyafetleri”ni anımsatırlar.
Şirinler’in yaşadığı “Şirinköy”, Komünizm’in gerçekleştirmek istediği ve “tam eşitlik” fikrine dayanan ideal “komünist toplum”dan başka birşey değildir aslında. Tüm şirinlerin komünal ve işçi – köylü bir yaşam sürmeleri, herşeyin elbirliği ile yapılışı, herkesin yeteneğine göre bir görevi oluşu ve hiç para kullanmayışları bunu çıplak bir biçimde ortaya koyuyor. Farklı mesleklerine rağmen Şirinler tamamen eşittirler. Bunun için, “çiftçi, becerikli, aşçı” gibi kesin meslekleri ve “tembel, öfkeli, sakar” gibi özellikleri olan Şirinler, bütün bu ayırt edici yönlerine rağmen çalışmalarından ve yeteneklerinden dolayı birbirlerinden üstün kabul edilmezler.
Çizgi filmin İngilizce adı olan “Smurfs”, aslında “Socialist Mens Under Red Father” (Kızıl Baba’nın Yönetimi Altındaki Sosyalist Adamlar) ifadesinin başharfleridir. Buradaki “Kızıl Baba”dan kasıt, başında kızıl şapka olan Şirin Baba, “Sosyalist Adamlar”dan kasıt da tabiî ki mavi kıyafetli Şirinler’dir.
“Şirinler” çizgi fiminin şarkısı da, “Sosyalist Enternasyonal” marşının ritmiyle tıpatıp aynıdır.
Şirinler’in lideri Şirin Baba, tıpkı Sosyalizm – Komünizm’in kurucusu Karl Marx’a benzetilerek çizilmiştir. Sakal aynı sakaldır. Karakterleri, kişilikleri de benzerdir. Şirin Baba’nın başındaki kırmızı şapka ise, Komünizm’in ideolojik rengidir.
Şirin Baba’ya (Karl Marx) öykünüp, onun gibi olmaya çalışıp bilgiçlik taslayan ve hep “eksik bilgi” ile hareket edip sürekli kendini gülünç duruma düşüren Bilgin Şirin veya diğer adıyla Gözlüklü Şirin ise aslında, evet bildiniz, Lev Troçki’dir. Simâsı, tipi aynıdır. Karakterleri, kişilikleri benzerdir. Bilgin Şirin’in yuvarlak gözlükleri bile Troçki’nin gözlükleridir. Şirinköy’de Şirin Baba’nın bilgisine en çok yaklaşan kişi Bilgin Şirin’dir ve o da bir düşünürdür. Fakat “eksik bilgi”yle hareket ettiği için bir türlü pozitif sonuca ulaşamaz. Sık sık diğer “şirinler” tarafından alay konusu olur, dışlanır ve hatta düşüncelerinden dolayı Köy Komünü’nden kovulur. Hatırlatalım: Troçki de SSCB’den kovulmuştu.
Hepsi de aynı tip ve renk elbise giyen Şirinler’in bu mavi rengi, genel bir iş elbisesidir ve ayırt edici şapkaları ve mavi derileriyle, Komünist Çin Halk Cumhuriyeti’nde, Mao Zedung Komünü’ndeki “Mao kıyafetleri”ni anımsatırlar.
Şirinler’in yaşadığı “Şirinköy”, Komünizm’in gerçekleştirmek istediği ve “tam eşitlik” fikrine dayanan ideal “komünist toplum”dan başka birşey değildir aslında. Tüm şirinlerin komünal ve işçi – köylü bir yaşam sürmeleri, herşeyin elbirliği ile yapılışı, herkesin yeteneğine göre bir görevi oluşu ve hiç para kullanmayışları bunu çıplak bir biçimde ortaya koyuyor. Farklı mesleklerine rağmen Şirinler tamamen eşittirler. Bunun için, “çiftçi, becerikli, aşçı” gibi kesin meslekleri ve “tembel, öfkeli, sakar” gibi özellikleri olan Şirinler, bütün bu ayırt edici yönlerine rağmen çalışmalarından ve yeteneklerinden dolayı birbirlerinden üstün kabul edilmezler.
Şirinler’de “para” diye bir kavramın olmaması, para biriminin bulunmayışı (Anti – Kapitalizm), köyde herhangi bir ibadethane bulunmaması, tamamen dînsiz bir hayat sürmeleri (Ateizm), iş bölümü ve yardımlaşma ile köyün gelirleri ve giderlerinin köy içinde yaşayanlara eşit şekilde pay edilmesi (Sosyalizm), ayrıca herkesin yeteneği ve becerisi olduğu işi yapması, ihtiyaç olan kadar üretilip ihtiyaç olan kadar tüketilmesi (Komünizm), aile ve evlilik kurumunun olmayışı, köyde sadece bir kızın (Şirine) oluşu ve herkesin aynı kızla ilişkiye girmeye çalışması (Feminizm), Şirinler arasında en sevimli olarak çizilen ve çocuklara sempatik gösterilmeye çalışılan şirinin, şapkasına çiçek takan, erkek olmasına rağmen karakteri kız gibi olan Şair Şirin oluşu (Eşcinsellik)...
Ekonomik olarak “Şirinköy”, kapalı piyasaya dayanır. Para diye birşey yoktur ve bütün servet halka aittir, yani “kamusallaştırılmıştır”, kamunun malıdır. Herkes eşit olarak hem işçi hem mal sahibidir. Şirinler serbest piyasa ekonomisi fikrini, tüm açgözlülüğü ve adaletsizliğiyle reddederler. Toplum bireylerden daha önemlidir. Çoğunluk onu oluşturan bazı parçalardan daha önemlidir. Şirinköy’de sermayenin büyük bir dilimi ya da üretimden sağlanan servetin gittiği tek yer vardır: Baraj (Devlet hazinesi)...
Şirinler’in hepsi yêkdiğerine aynı lakapla hitap eder: “Bilgiç Şirin”, “Becerikli Şirin”, “Şakacı Şirin”, “Tembel Şirin” gibi. Bu durum, birine hitap ederken “Sayın, Beyefendi” gibi seçkin ünvânlar yerine “Yoldaş” kelimesini kullanan sosyalist sınıfları hatırlatır.
Marksist bir toplum olan Şirinler, bu sevimli mavi “yaratıklar”, ateisttirler. Dîn ve Tanrı inançları yoktur. Şirinköy’de hiçbir ibadethane yoktur; herhangi bir dînî ritüele de rastlanmaz. Sadece “doğanın ve fiziğin gerçek güçleri” vardır.
Ekonomik olarak “Şirinköy”, kapalı piyasaya dayanır. Para diye birşey yoktur ve bütün servet halka aittir, yani “kamusallaştırılmıştır”, kamunun malıdır. Herkes eşit olarak hem işçi hem mal sahibidir. Şirinler serbest piyasa ekonomisi fikrini, tüm açgözlülüğü ve adaletsizliğiyle reddederler. Toplum bireylerden daha önemlidir. Çoğunluk onu oluşturan bazı parçalardan daha önemlidir. Şirinköy’de sermayenin büyük bir dilimi ya da üretimden sağlanan servetin gittiği tek yer vardır: Baraj (Devlet hazinesi)...
Şirinler’in hepsi yêkdiğerine aynı lakapla hitap eder: “Bilgiç Şirin”, “Becerikli Şirin”, “Şakacı Şirin”, “Tembel Şirin” gibi. Bu durum, birine hitap ederken “Sayın, Beyefendi” gibi seçkin ünvânlar yerine “Yoldaş” kelimesini kullanan sosyalist sınıfları hatırlatır.
Marksist bir toplum olan Şirinler, bu sevimli mavi “yaratıklar”, ateisttirler. Dîn ve Tanrı inançları yoktur. Şirinköy’de hiçbir ibadethane yoktur; herhangi bir dînî ritüele de rastlanmaz. Sadece “doğanın ve fiziğin gerçek güçleri” vardır.
İşin garabeti de şudur ki, Şirinler ve Şirinköy tamamen ateist – materyalist özelliklerle çizilmişken, Şirinler’in baş düşmanı olan Gargamel’in baştan aşağı dînî motiflerle çizilmesi ve giydiği kıyafetin de resmen “papaz kıyafeti”, daha doğrusu “keşiş kıyafeti” olmasıdır.
Şeytanî büyücü Gargamel, Kapitalizm’i temsil etmektedir. Kapitalizm’de var olan bütün kötü şeyler onda vücûd bulur. Aç gözlüdür, merhametsizdir ve tek endişesi kendi memnuniyetidir. Ne olursa olsun, kendisi yaşadığı çevreden daha önemlidir.
Gargamel’in amacı, Şirinler’i ele geçirerek onları “altın”a çevirmektir. Altın, emperyalist ABD devletini ayakta tutan “Yahudî sermayesi”ni sembolize etmektedir. Bilindiği üzere dünyadaki “altın ve elmas ticareti”, Yahudîler’in elindedir.
Gargamel siyonist bir Yahudî tiplemesidir ve zaten ismi (Gargamel) de İbranîce’dir. Çizgi filmde Amerikan emperyalizmini sembolize etmektedir.
Şirinler “sosyalist toplum”u, Şirinköy SSCB’yi, Gargamel ABD’yi temsil ederken, Gargamel’in kedisi Azman da ABD’nin küçük uşağı ve suç ortağı siyonist İsrail’i sembolize etmektedir.
Gargamel’in kedisinin – her ne kadar çizgi filmin Türkçe versiyonunda ismi “Azman” olarak zikrediliyorsa da – çizgi filmin orijinal halinde ismi Asrael’dir. Sizlerin de bildiği üzere, bazı çizgi filmlerin Türkçe çevirilerinde ve Türkiye versiyonlarında bazı karakterlerin isimleri değiştirilmiştir. Örneğin Popeye’nin “Temel Reis”, Lucky Luke’un “Red Kid” yapılması gibi. Şirinler çizgi flmindeki Gargamel’in kedisi Asrael’in adı da Türkçe versiyonlarında “Azman” yapılmıştır. “Asrael = Israel”; dikkat ederseniz, sadece başharfi değişiktir.
Gargamel emperyalist Amerika’dır, kedisi Asrael (Azman) ise onun küçük uşağı ve suç ortağı siyonist İsrail. “Yakalayacağım, bir gün mutlaka yakalayacağım” sözüyle yürüyen Gargamel, sosyalist ülkeleri ele geçirmek isteyen ABD emperyalizminin küresel hayâlini kelimelere döker.
“Şirinler” çizgi filmi, “Komünizm propagandası” yaptığı gerekçesiyle bazı ülkelerde yasaklanmıştır.
1980’li yılların sonlarına doğru “Smurfs” (Şirinler) çizgi filmine yeni karakterler eklenmiştir. Farklı renkte, elbisede ve görünüşte olan “Smurflings” gibi. 80’li yıllardan itibaren çizgi filme ve öyküye dahil olan bu yeni karakterler, tesadüfî değildir. Yeni giren bu karakterler, Şirinköy’ün (Sovyetler) ütopik armonisine zorla girmeye çalışan Batılı dâvetsiz misafirleri temsil ederler. Mihail Gorbaçov’un “Glasnost” ve “Perestroika” reformlarının Sovyetler Birliği’nin çöküşünü haber vermesini anlatmaktadır.
3-) Nazi Propagandası Yapan Çizgi Kahraman: He-man !
1983 – 85 arası ve tam 130 bölüm çekilen “He – Man” adlı çizgi filmin hedef kitlesi daha çok “erkek çocukları”dır ve çizgi filmdeki çeşitli sembol ve imgeler yoluyla küçük çocuklara Nazi (Faşizm) propagandası yapar.“Action” türü ve şiddet eğilimli bir çizgi film olan “He – Man”, ideolojik görüşlerin çizgi film halinde yansıtılmasının çarpıcı bir örneğidir. Bu çizgi filmin ana karakteri uzun boylu, sarışın ve isminden de anlaşılacağı üzere fazlasıyla ataerkil (maskulin) biri olan He – Man’dir.
He – Man, Eternia prensi Adam’ın süper kahraman olan “alter egosu”dur. Grayskull Castle (Gölgeler Şatosu)’ın gizli güçleri, Adam’ın kılıcı ile ilişkilidir. Kılıcını havaya kaldırıp “By the power of Grayskull, I have the power” der ve çok güçlü bir süper kahramana dönüşür. Bu söz serinin Türkçe versiyonlarında “Gölgelerin gücü adına, güç bende artık” olarak çevrilmiştir. Yanından ayrılmayan yol arkadaşı korkak kaplan “Cringer” (Titrek) bu sihirli söz ve kılıç sayesinde “Battlecat” (Atılgan) olur.
Tip ve görünüş olarak tam bir “Alman ırkı” şeklinde çizilen He-Man karakterinin üniformasının tam ortasında “The Grand Cross of the Iron Cross” Demir Haç’ın Büyük Haç’ı) bulunmaktadır. Bu nişan, II. Dünya Savaşı (1939 – 45)’ndan eğer Almanya başarılı olarak çıksaydı, savaştaki en başarılı Alman generaline takdim edilecek olan nişandı.
He – Man bütün gücünü yıldırımdan alır. He – Man’in belindeki kemerin üzerinde yıldırım şeklinde SS harfleri bulunuyor. Bu hem Nazi Yıldırım Savaşı prensiplerine, hem de Nazi sembolü olan ve kısaca SS olarak bilinen Schutzstaffel Nazi askerlerinin koruma zırhı)’ı sembolize etmektedir.
Çizgi kahraman He – Man, savaş esnasında zırhlarla çevrili yeşil bir kaplanın üzerine biner. “Kaplan” (Tiger), Almanlar’ın savaş sırasında kullanmış oldukları, iki tür yeşil renkli ve ağır zırhlı “Tiger I” ve “Tiger II” tanklarının adıdır.
He – Man’in en büyük amacı, tek düşmanı olan Skeletor (İskeletor)’u alt etmektir. Skeletor, isminden de anlaşılabileceği üzere tamamen kafatası ve kemiklerden oluşan bir kötü karakterdir. Bu karakter Yılan Dağı’nın tepesinde karanlık bir kalede yer almaktadır. Peki, neden “Yılan Dağı”? Şimdi dikkat: Gerek Yahudî Kabala Öğretisi’nin ve gerekse bir Siyonizm örgütlenmesi olan “The Protocols of the Elders of Zion” (Siyon Liderlerinin Protokolleri)’un sembolü, sarmal bir biçimde bulunan yılandır.
Çizgi kahramanın isminin “Eril Adam” anlamına gelen “He – Man” olması da, Nazizm’deki kadın düşmanlığını ve “erkek egemen” bir dünyaya duyulan özlemi ifşâ etmektedir.
4-) Emperyalizm Propagandası Yapan Çizgi Kahraman: Superman (Süpermen)
Bu çizgi filmde vermek istedikleri bazı mesajlar;“Gökte Tanrı, yerde Amerika”...
“Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya, Amerika’nın hakkı Amerika’ya”...
“Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi: ABD”...
Amerikan ikonu olan “çağdaş dünyanın yeni model evliyâsı” Süpermen, tamamıyla “Amerika’nın yıkılamayacağı” tezini işleyen bir çizgi filmdir. Çizgi karakter Süpermen, aslında Amerika’dır. Kıyafetinden özelliklerine, kendisine biçilen misyona kadar her yönüyle apaçık bir şekilde belli oluyor bu.
O, Amerika’dır. Öyle adi, ufak tefek mes’elelerle uğraşmaz; tüm insanlığı ilgilendiren sorunlarla boğuşur ve ayrıca, her maceranın sonunda mutlaka o sorunların üstesinden gelir. Sonuç; dünya kurtulur!...
ABD dünyayı kurtarır!... Tıpkı Irak’ta, Vietnam’da, Afganistan’da, Kore’de, Lübnan’da ve şimdi de Libya’da, Suriye’de kurtardığı (!) gibi.
Süpermen, ABD’de 1929 yılı ekonomik ve siyasî bunalımı sonrasında, 1933 yılında ortaya çıktı. Bunalımın sonucu insanlar, “Süpermen” sayesinde, kötü haberlere, iflaslara, intiharlara, işsizliklere ve yoksulluğa rağmen düzenin belli bir çıkış yolu bulacağına dair inancını yitirmemiştir. Toplum bütünüyle bunalımdan etkilenmiştir ve işçi sınıfı kadar burjuvazi de mağdur durumdadır. Bunalım toplum içi sebeplerle ortaya çıkmadığı için sistemin kendi içinde çökebileceği endişesini getirmemiştir. Bu yüzden yeni düzenlerin kurulması yerine sorunlarla başa çıkabilecek kurtarıcılara ihtiyaç duyulmuştur.
Süpermen II. Dünya Savaşı (1939 – 45)’nda ABD Silâhlı Kuvvetleri’nin yanında yer almış ve belli bir cepheyi paylaşmıştır. 1960 yılında eski sömürgelerin çoğunun bağımsızlığına kavuşması ve Birleşmiş Milletler (BM)’in önem kazanmasıyla birlikte, 1962 yılında itibaren Süpermen BM üyesi bütün ülkelerin “fahrî yurttaşı” olmuş, özel bir belgeyle bu ülkelere pasaportsuz girip çıkma ve kötülerle savaşma hakkını elde etmiştir.
Süpermen, sıradan bireyi şiddete / düzene ortak edebilmek için “kahramanlık” anlayışının herkes tarafından benimsenmesini ve yaygınlaşmasını sağlıyor. Toplumdaki bütün kişileri serüvene katabilmek için Süpermen gündelik yaşamında kimliğini saklayacak, sıradan vatandaşın özelliklerini alacaktır. Süpermen gündelik yaşamında Clark Kent olarak gözlüklü, sıkılgan, mahcup, sakar, sıradan bir gazete muhabiridir. Düzeni tehdit eden tehlikeler karşısında süper hızla “gazeteci” kimliğinden sıyrılarak “süpermen”liğe soyunur. Süpermen karakterinin çizgi filmde bu şekilde işlenmesinin sebebi, sıradan bir ABD vatandaşının bile resmî ideolojiye katılmasıdır ve dolayısıyla, ABD devleti eliyle teşvik edilen “diğer ülkelere (Rusya, Çin, İran, Suriye, Venezuela, Küba) ve tehlikelere (Sosyalizm, İslam) karşı şiddet uygulanarak kazanılması mümkün olacaktır. Eğer “Dünya” (siz bunu “Amerika” olarak okuyun; çünkü Beyaz Adam ikisini de aynı anlamda kullanmaktadır), dışarıdan herhangi bir “Tehlike” (siz bunu “Sosyalizm” veya “İslam” olarak okuyun!) altında olursa, bazı “Kötü Güçler” (siz bunu “Rusya”, “Çin”, “İran”, “Suriye”, “Venezuela” ya da “Küba” olarak okuyun!) “Dünya”yı ele geçirip “Dünyalılara” kötülük yapmaya kalkışırlarsa, sıradan herhangi bir vatandaş bile bu “Tehlike”ye ve “Kötü Güçler”e karşı harekete geçmeli, seferber olmalıdır. Çünkü sıradan, sakar bir gazeteci olan Clark Kent’in “Süpermen”e dönüşmesinde görüldüğü gibi, sıradan bir vatandaş bile çok şeyler yapabilir.
Toplum içi çekişmeler ve sınıf çatışmalarının yerini bloklararası çatışmaların almasıyla Süpermen’in karşıtları buna göre belirlenir. NATO’nun “düşman rengi” (eskiden Kızıl, şimdi Yeşil) ne ise, Süpermen’in düşmanları da onlar olur. Çünkü dediğimiz gibi, Süpermen aslında ABD’nin kendisidir.
Çizgi filmde Süpermen’in düşmanı Lex Luthor’un saçsız başı ve tombul yüzüyle tip olarak Mussolini’ye benzemesi ilginçtir. Süpermen’in diğer bir düşmanı olan Solo Morosso da tipik bir Rus’tur.
5-) İran Devrimi’nden “Elçilik Baskını” Tokadı Yiyen ve Dünyaya Rezil Olan ABD’nin Bu Mahcubiyetini Perdeleyen Çizgi Kahraman: Spiderman (Örümcek adam)
4 Kasım 1979; Tahran... İran takvimine göre, 13 Âbân 1358...11 Şubat 1979’da gerçekleşen İran Devrimi’nin üzerinden sadece 9 ay geçmiş. O gün, 20. yüzyıl tarihinin en ilginç olaylarından biri yaşanıyor Tahran’da.
Tahran’daki ABD Büyükelçiliği hâlâ çalışıyor. Çalışıyor çalışmasına ama, “casus yuvası” gibi... Bunun bilincinde olan İranlı genç devrimci öğrenciler, Eylül ayından başlayarak elçilik binasını gizli gizli takip ediyorlar. Kimler giriyor, kimler çıkıyor, kaçta açılıp kapanıyor, hangi saatlerde kapısının önünde ve bahçesinde ne tür hareketlilikler yaşanıyor; bütün bunların hepsi takip ediliyor.
Tamamen öğrencilerin ve gençlerin düşünüp yaptıkları bir iş bu. Henüz 7 ay önce kurulmuş olan İran devletinin de haberi yok olan bitenlerden.
Baskına birkaç gün kala, kendilerini “ İmam Humeynî’nin Yolundaki Öğrenciler” olarak adlandıran bu devrimci gençlerin elçilik binasını takipleri daha bir yoğunlaşıyor. Beş kişilik bir öğrenci grubu, ABD Elçiliği’ni gören ayrı ayrı binaların çatılarına yerleştiriliyor. Elçilik korumalarının görev yerleri ve zamanları, en ince ayrıntısına kadar öğrenilmiş artık. Bir yandan da bina hakkında bilgiler toplanıyor.
O unutulmaz 4 Kasım 1979 günü, sabah saat 06:30’da elçiliğe yakın bir yerde toplanıyor öğrenciler. Çok erken bir vakitte hazır oluyorlar. Elçilik henüz açılmamış bile.
Bir buçuk – iki saate yakın bir bekleyişten sonra, elçilik açılıyor. ABD’li elçilik görevlileri ve çalışanları, binaya giriyorlar.
Derken, saat 09:00’a doğru, bütün dünyayı ayağa kaldıracak o muhteşem eylem başlıyor: Genç bir kız öğrenci, elindeki metal kesici ile büyükelçilik etrafındaki zincirleri kırmaya başlıyor. Elçilik korumalarının daha “Bu çarşaflı bayan ne yapıyor orda?” demesine kalmadan, baskın başlıyor... Kızlı – erkekli yüzlerce genç öğrenci “Allâh-û Ekber” nidâlarıyla dalıyorlar elçilik binasına...
ABD Elçiliği’ndeki toplam 66 kişiyi esir alan eylemciler, içerideki bütün belgelere ve evraklara el koyuyor. Belgelerde neler yok ki neler?!.. Öğrenciler, ABD emperyalizminin İran’da çevirdiği tüm dolapları, yaptığı tüm casusluk faaliyetlerini, içeride hangi hainlerle işbirliği içinde olduğunu, bütün bunların hepsini ifşâ ediyorlar...
Özgürlük ve bağımsızlık için Şâhlık rejimine ve ABD emperyalizmine karşı İran halkı ABD’ye ardı ardına tokat vuruyordu. Öğrenciler, ABD Elçiliği’ndeki 66 kişiyi esir alıyorlar ve içeride rehin tutuyorlar. İran polisi ve askeri bile giremiyor içeri. Esirleri ne kendi devletlerine, ne de başka bir devlete teslim ediyorlar.
Dünya, bu olayı konuşuyor... Diplomatlar günlerce içeride rehin tutuluyor. Öğrenciler ise, elçilik binasının pencerelerinden ve balkonlarından “Allâh-û Ekber”, “Merg ber Emrika” (Amerika’ya Ölüm) sloganları atıyorlar...
Toplam 66 kişiyi rehin alan aktivist öğrenciler, eylemin 11. gününde bu 66 rehineden 14’ünü serbest bırakıyorlar. Şimdi, eylemi gerçekleştiren bu gençlerin nasıl bir siyasî bilince ve evrensel duyarlılığa sahip olduklarına dikkatli bir şekilde bakalım:
Rehin alınan 66 kişinin tamamı ABD’li. Daha sonra 14 kişi serbest bırakılıyor. Serbest bırakılan 14 kişiden 13’ü “kadın”, 1’i ise erkek ama “siyâhî”; yani Afro – Amerikan... Rehin tutmaya devam ettikleri geri kalan 52 kişinin tamamı ise “erkek” ve “beyaz”...
Öğrenciler, bilinçli bir şekilde ortaya koydukları bu davranışlarıyla dünyaya iki mesaj vermek istemişlerdi. Bu mesajlarını da basın organlarına şöyle anlatıyorlardı öğrenciler:
1 – İslam’ın kadına verdiği değerin büyüklüğü; İslam hukukunda savaş halinde bile kadınlara eziyet edilmeyeceği,
2 – Humeynî’nin yolundan giden İranlılar’ın ezilen halklara destek verdiği ve Beyaz Adam’ın zûlmü altındaki milletlerle dayanışma halinde olduğu, ABD’deki siyahîleri de Asya ve Afrika halklarıyla kardeş gördükleri.
Günler günleri, haftalar haftaları, aylar ayları kovalıyor, ama İranlı öğrenciler ABD’li diplomatları serbest bırakmıyorlardı. Düşünün... Tahran’da bir bina ve o binanın içinde aylarca bekleyen, içeride diplomatları aylarca rehin tutan öğrenciler...
Aylar geçtikten sonra, çaresizlik içindeki ve dünyaya rezil rüsvâ olmuş olan ABD devleti, Tahran’daki elçilik binasında rehin tutulan diplomatlarını kurtarmak için askerî bir operasyon düzenliyor. 24 Nisan 1980 tarihinde, yani elçilik işgalinden 5 buçuk ay sonra “Kartal Pençesi Operasyonu” adı verilen operasyonda, ABD’ye ait bir grup C – 130 askerî nakliye uçağı ve 8 adet RH – 53 helikopteri, (Pakistan veya Afganistan tarafından gelerek) İran’ın doğusuna iniyorlar...
Fakat İran’ın, kendi topraklarında yabancı bir askerî gücün gerçekleştirdiği bu operasyona karşı kılını bile kıpırdatmasına gerek yok! Niye mi? Bakın ondan sonra ne oluyor:
İki helikopter kum fırtınası nedeniyle arızalanırken, üçüncü bir helikopter de iniş sırasında hasar alıyor. Helikopterlerden biri de C – 130 uçaklarından biriyle çarpışıyor. Kaza sonucunda 8 Amerikalı deniz piyadesi ölüyor, çok sayıda Amerikan askeri de yaralanıyor. Operasyon böylece iptal ediliyor ve başarısız bir şekilde arkalarına bile bakmadan kaçıyorlar. Kendi kendilerine geliyorlar, kendi kendileriyle çarpışıyorlar, kendi kendilerini öldürüyorlar ve kendi kendilerine geri dönüyorlar.
Temmuz 1980’de, elçilik binasında 8 aydır rehin tutulan Amerikalı diplomatlardan biri daha serbest kalıyor. MS (Multiple Sclerosis) hastalığı teşhisi konulan bu Amerikalı, sağlık sorunları nedeniyle serbest bırakılıyor. Geriye kalıyor, 51 rehine...
Ekim 1980’de, yani elçilik işgali üzerinden bir yıl geçtikten sonra (6 gün sonra tam 1 yıl olacak) ve İran – Irak Savaşı’nın başlaması üzerinden bir ay geçtikten sonra, ABD rehineleri kurtarmak için ikinci bir askerî operasyona hazırlanıyor. Fakat ilk seferki acemilik ve düştüğü komik durum, tedbir almaya yöneltmiş Sam Amca’yı... Bu seferki operasyonu yapacak olan birlikler, uzun bir zamandır sırf bu operasyon için özel olarak eğitilip yetiştirilmiş. Ve operasyonda kullanılacak olan YMC – 130 H Herkül tipi uçak, sırf bu eylem için özel olarak dizayn edilip hazırlanmış... Bu sefer herşey tamam yani! Operasyon tereyağından Sylvester Stallone çeker gibi kolay olacak, anlayacağınız...
Bu operasyonu gerçekleştirip rehineleri kurtaracak olan YMC – 130 H Herkül askerî uçağı, operasyon öncesi günlerde Amerika’da ardı ardına tatbikatlar yapıyor. 29 Ekim 1980 günkü tatbikatta ise, o da kendi kendine kaza yapıp düşüyor. Böylece ikinci operasyon, daha yapılmadan iptal ediliyor.
Öğrencilerin 4 Kasım 1979’da başlattıkları bu eylem, İran devletinin ve diğer arabulucu devletlerin öğrencilerle yaptıkları görüşmeler ve pazarlıklar sonucu, 20 Ocak 1981 günü sona erdiriliyor... Rehineler serbest bırakılıyor ve ülkelerine gönderiliyor...
Amerikalı diplomatlar, 4 Kasım 1979 – 20 Ocak 1981 arası, yani 1 yıl 2 ay, yani tam 444 gün öğrencilerin elinde rehin kalıyorlar. Bir elçilik binasının içinde...
İran devleti, bu öğrencilerle gurur duyuyor. Öğrenciler, yaptıkları bu muhteşem eylem dolayısıyla onurlandırılıyorlar. 4 Kasım 1979’da Tahran’daki ABD Elçiliği’ni basıp casusluk faaliyetleri yapan Amerikalı diplomatları rehin alan öğrencilerin bu ilginç ve dünyayı ayağa kaldıran eylemini “ölümsüzleştirmek” isteyen İran devleti, 4 Kasım (13 Âbân) gününü “resmî bayram” ilân ediyor.
Tam 444 gün (1 yıl 2 ay) bir binanın içine girip esirleri kurtaramayan, bütün dünya çapında diplomatk girişimler başlatmasına ve bununla da yetinmeyip ardı ardına askerî tatbikatlar yapmasına rağmen elçilik binasının içine giremeyen ABD, dünyaya rezil olmuştu.
Düşünün, o “Süper Güç” denilen, o “Gökte Tanrı Yerde Amerika” dedikleri, “dünyanın efendisi” (!) koskoca ABD devleti, 1 yıl 2 ay boyunca bir binanın içine girememişti...
Dünyaya rezil olan ve “karizması çizilen” Amerika, bu mahcubiyetini bir şekilde perdeleme ihtiyacı duyuyordu. İşte tam da bu noktada çizgi kahraman “Spiderman” (Örümcek Adam) devreye giriyordu.
Kim demiş “Amerika bir binaya giremedi” diye? Canım; siz gerçek hayata ne bakıyorsunuz? Gerçek hayat yalanlarla ve spekülasyonlarla dolu. Siz iyisi mi ekrânlarınızın başından ayrılmayın!
İşte bakın, kostümü ve kıyafeti “ABD bayrağı” olan Spiderman (Örümcek Adam), ne kadar bina varsa hepsine tırmanıyor. Koca koca gökdelenlere bile örümcek gibi rahatlıkla tırmanıyor bu “ABD bayrağı kostümlü” çizgi kahraman... Binalara tırmanırken herhangi bir alet veya araç da kullanmıyor üstelik. Elleriyle tırmalayarak tırmanıyor bütün binalara...
Aslında ilk olarak 1962 yılında Stan Lee ve Steve Ditko tarafından oluşturulan bir çizgi karakter olan Spiderman, İran Devrimi’nin gerçekleştiği 1979 yılından itibaren yayınlanan tüm serilerinde “en büyük düşmanı” olan “Yeşil Cin” ile savaşır. Çizgi filmdeki ana karakterlerden biri olan “baş düşman Yeşil Cin”, İran’daki devrimden sonra doğmuştur