İnsan, insan olduğu günden beri aklını çelen kaza ve kader konusu. Akaid'in (inanç esasları) en mühim ve en dikkat edilmesi gereken bölümünü teşkil eder. İlk önce hilaftan uzak, bu konudaki Kuran reyini öğrenelim.
Allah, kullarına zulüm etmez, haksızlık etmez. Onlar, kendilerini azaba, acılara sürükleyen bozuk düşünceleri, çirkin işleri ile kendilerine zulüm ve işkence ediyorlar. (Nahl suresi, 33. ayet meali)
İşte Nahl suresi 33. ayeti bunun en bariz bir delilidir.
1- Allah'u (C.C.) adaletli olduğuna, kulları için zalim olmadığına bu ayet şahadet etmektedir.
Akıl da, dini teklifteki serbestiyete bakınca ister sevabı gerektiren, ister ikabı(uyarıyı, cezayı) gerektiren fiilde olsun. Aslında insanın hür olduğuna şahadet eder. İnsan, dilerse mümin, dilerse kafir olur. Bu da insanın hür iradesinden ileri gelmektedir.
Kazanın Üç Çeşidi Vardır:
1- Sabrı ve şükrü gerektiren kaza.
2- Mualeceyi gerektiren kaza. (Mualece: Bir hususa çalışıp devam etmek. * Hastaya bakmak. İlaç kullanmak, ilaç vermek. * Bir işe teşebbüs, bir işe girişmek.)
3- İçinde hür bulunduğun kazadır ki, onunla mesul olursun.
1- Sabrı ve şükrü gerektiren kaza odur ki, insanın müdahalesi olmadan, insan için meydana gelendir. İnsanın zeki veya gabi (geri zekalı) olması, rızkının geniş yada dar olması ömrünün uzun veya kısa olması; güzel veya çirkin olması gibi. Bunların tümü Kaderi âlâdandır. Ali imran suresi 6. ayette buyruluyor ki:
"Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur."Hayatta: Meydana gelmesinde insanın müdahalesi olmayan, gerek hayrın, gerekse şerrin isabeti, kaderi âlâdan sayılır. Bu nevi kader, Allahın (C.C.) ilim ve iradesine uygun bir şekilde seyretmektedir. Allahu Teala Fe'aalün lima yürid'dir: Dilediğini ziyadesiyle yapar. İkinci bir ayette:
«Ne yerde ne de kendi canlarınızda meydana gelen hiçbir musibet (afet, hastalık) yoktur ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta (yazılmış ezeli bilgimizde tespit edilmiş) olmasın. Doğrusu bu Allah'a kolaydır. (Başınıza gelecek olayları, önceden bir kitaba yazdık ki) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve (Allah'ın) size verdiğiyle sevinip şımarmayasınız. Çünkü Allah kendini beğenip övünen kimseleri sevmez.» (Hadid suresi 22-23 ayet meali)2- Kazanın ikinci bölümü: Bu nevi kaza, esbaba tevessülü gerektiren kazadır. Müslüman, bütün imkânlarını kullanarak, kurtuluşa ulaştıran esbaba tevessül eder. Bütün sa’yu gayretini seferber ettikten sonra, neticede ne olursa, meydana ne gelirse, o Allahu Teâlânın kazasıdır. Misal: Aç olan yer, susuz olan su içer, hasta olan tedavi cihetine gider, düşman hücum edince, eldeki bütün imkanlarla düşmanın define çalışılır. Talebe müzakere eder, vs. gibi. Bir şiirde şair: "Bu durumda bana düşen çalışmaktır. Kurtulmayı idrak ise bana düşmez" derken ayeti kerimede de: «İnsan için ancak çalışmak vardır. Necm Suresi, 39. ayet meali» buyruluyor.
Mualeceyi gerektiren kaza konusunda Hz. Ömer (R.A.) ne güzel bir örnektir. Hz. Ömer (R.A.) Şam'a gireceği sırada. Şam'da veba salgını olduğunu duydu, şehre girmedi. Ebu Ubeyde (R.A.) Hz. Ömer'in şehre girmekten ictinab(sakındığını) ettiğini görünce:
"Etefirru min kaderillahi? Allah'ın (C.C.) kaderinden mi kaçıyorsun?" diye sormuş, Hz. Ömer ise şöyle cevap vermiştir.
- Evet: Efirru min kaderillahi ila kaderillahi: Allah'ın (C.C.) bir kaderinden kaçıp diğer bir kaderine sığınıyorum.
Aciz ve tembel olanlar, cereyan eden bu hadiseyi kaale almalıdırlar.
3 - Kazanın üçüncü bölümü: İnsanın şer'i(dini) teklifleri yerine getirip getirmemesinde hür olmasıdır. Kazanın bu bölümüyle ilgili çok ayetler vardır. Mesela: Kehf suresi 29. ayet meali: Kim neyi dilerse; imanı dileyen mümin olsun, küfrü dileyen kafir olsun.
Şura suresi 20. ayet meali: Her kim ki ahiret hırsını talep ederse ziyadesiyle veririz. Her kimde dünya hırsını isterse, dünyadan veririz.
Rad suresi 11. ayet mealinde de: Allahu Teala bir kavmi değiştirmez, onlar istikametlerini değiştirmedikçe
Misal: Zaruret içinde olan kimse helal kabul etmeyerek, ve hududu aşmamak şartıyla bu haramdan bir miktar yiyebilir. Ona günah yoktur. Bu durumda teklif ondan kalkar. (Bakara suresi, ayet 173)
Bu mevzuda Resulullah (S.A.V.) Efendimiz de: «Rufia an ümmeti elhatau vennisyanü vemestükrihu aleyhi»: Ümmetimden hata ve nisyan kaldırılmıştır. Zorlandığı şeyi yapmasından da kaldırılmıştır» buyurmuştur.
Bazı kimseler kendilerine kerih(çirkin ve kötü) gördükleri şeyi Allah'a (C.C.) Güzeli işledikleri zamanda kendi nefislerine isnat edip, onunla iftihar ederler. Mesela: bu konuda Kur'an canlı misaldir. Kasas suresi, ayet 78.
Müşrikler şirklerini Allahın (C.C.) iradesine nispet ederek, Allah isteseydi ne biz, ne de babalarımız, şirk koşmazdık derlerdi: Allahu Teala bunları reddetmek üzere şöyle buyurdu: "Sizden öncekiler de tekzip ettiler ve bizim verdiğimiz azabı tattılar."
Kendilerinden önce ibliste Allah'a (C.C.) isyan etmişti. Bilahare, dalalete düşmesinde tek sebep Allah (C.C.) olduğunu ilan etmişti. "Sen beni dalalete düşürdüğün için, Kullarının tümünü dalalete düşüreceğim dedi." (Hicr suresi, ayet 39) İblis bu yüzden Allah'ın (C.C.) affından mahrum kaldı. Adem (A.S.)'a gelince. İnni zalemtü nefsiy: Ben nefsime zulmettim. Ya rabbi diyerek, işlediği hatayı kendin de gördüğü için Allah (C.C.) tarafından kendisine öğretilen kelimeleri kullanarak kurtuldu. Kelimelerde şunlardı: "Ya rabbi, senin adınla beraber bir ad görüyorum o Muhammeddir (A.S.V.) Onun aşkına beni affeyle" dedi ve affolundu.
Üç nev'i kazayı böylece arz ettikten sonra. Ef'âli ibad'ın(1) meydana gelmesinde, iki (kademe) vardır.
1-)Dahili kademe
2) Harici kademe
Birinci kademede fiilin meydana gelmesini teşkil eden amil niyettir. Niyetin yeri de kalptir ve medarı muahezedir(ayıplama ve kınama dayanağıdır), niyet mesuliyeti mucibdir(gereklidir).
İkinci kademe ise, insan iradesinin dışında, zam.an zaman dış etkenlerin müdahalesiyle meydana gelen fiildir. İnsan istemediği halde zorlanarak işlediği fiil veya yaparken hata ettiği işte Allah (C.C.) onu muaheze etmez, lütfunun gereği budur. Kalbi merhaledeki hürriyete gelince dış etkenlerin tesiri, zorlaması düşünülemez. Zira ne şerrin, ne de hayrın askerleri, şahsın müsaadesi olmadan oraya giremez. (Köle misali; efendi kölesine zahiren, zorla herhangi bir şey yaptırabilir. Fakat niyetine müdahale edemez. Şöyle ki, kalbinde şu muayyen (açık, belli) şeyi sakla dese de saklamayabilir, müdahale mümkün değildir.)
Kur'anda görüyoruz ki Cenabı Hak (C.C.) insanı bir şeyi yapmaya zorlamayı kabul etmez. O şey iman dahi olsa...
"Eğer Rabbin isteseydi yerdekilerin hepsi mutlaka iman ederdi. O halde sen mi insanlan mümin olsunlar diye zorlayacaksın?" (Yunus suresi, ayet 99)
"Kalbin dahili olmadan yaptığınız hatada sizin için beis yoktur. Ancak kalbin kastına taalluk ederse o müstesna. O zaman günah vardır." (Ahzab suresi ayet 5)
Başka bir ayette ise: "Allah (C.C.) sizi lağven (kasıtsız) yaptığınız yeminle muaheze etmez. Lakin sizi kalbinizin yaptırdığı (kasten) ile muaheze eder. Allah gafur ve halimdir." (Bakara süresi ayet 225)
Sen niyetini hür bir iradeyle, azimle kullandıktan soma, senin istediğini Cenabı Hak kazasıyla tamamlar.Tabiat öğretmeni insanı süratli değişim içinde görüyor. Şöyle ki: İnsan servet sahibi olmaya başlayınca, kendini emir verme ve men etme sahibi addederek, hemen amirane hareket etmeye başlar. Elindeki mal gidince de, karıncanın metotlu çalışmasına haset eder. Mesela "Nemrud, Ben diriltirim, ben öldürürüm" (Bakara suresi ayet 258) Karun; "Bana has bir ilim sonucu olan bu malı vermem" dedi.(Kasas suresi ayet 78). Keza Firavun görüyoruz. Gök mülkünü de kendi mülküne zammetmeyi isteyerek, Haman'a derki: Ey Haman! Bana bir köşk bina et, umarım Semavat esbabına ulaşır, Musa'nında ilahına muttali olurum: (Müminun suresi ayet 36)
Ayrıca Ad kavmi, "Bizden daha kuvvetli kim var diye birbirine sorarlardı." (Fussilet suresi, ayet 15)
Yeni asırda Napolyon: Muhal(imkansız) bir şey yoktur diyordu. İnsan bu derece gurura ulaştığı veya yaklaştığı zaman, Kur'an ayetleri, hemen onun kibrini azaltarak. La şey olduğunu, mutlak iradenin yalnız Vahidi Kahhara has olduğunu, insana sadede gelmesi için hatırlatmada bulunur. Misal:
(Dikkat) iyi bilinki yaratma ve emir verme ona aittir. (Araf suresi, ayet 54)
Dünyada hiç kimse mutlak emre sahih değildir. Zira vücut sahibi dilerse sizi yok eder, yerinize başkalarını getirir. (Nisa suresi, ayet 133)
İnsanın iki halini ele alalım: İnsan zaif olur, çıkış yolları ona dar gelir. Kendi kendini idareden aciz kalır. Vücutta hiçbir şey yok diye düşünür. Kendisini rüzgarın estiği yönde bir tüy misali, kaderin onunla oynadığını, yerden yere attığını zanneder. Kuran şu ayetlerle onu tedavi eder. Azmini, hür idaresini kuvvetlendirir, o sıhhat buluncaya ve mesuliyetini idrak edinceye kadar, Kuran onunla uğraşır, tedavi eder. (Kehf suresi, ayet 29) da "Dileyen mümin dileyen kafir olsun." (Fussilet suresi, ayet 40'da) "Dilediğinizi yapınız."
Çağırıcı müslümanın tabip olması lazımdır. Kuranı Kerim eczanesinden her insana, neye muhtaçsa onu vermesi gerekir. Bir kısım ayetler vardır, diğer bir kısım ayetlerle tefsir edilir.
2-) İkinci nevi hidayete gelince : Hayra muvaffak olmaktır. Bu nevi hidayeti Cenabı Hak, (C.C.) hayra meyli gördüğü kimseye nasip eder.
Her kim ki, takvalı davransa, sadaka verse, hüsnayı (Kelimeyi Tevhidi) tasdik etse ona en güzel şeylerin yolunu kolaylaştırırız.» (Leyl suresi ayet 5, 6, 7)
Şerrin esbabına taalluk eden kimselere gelince, hidayete müstahak değillerdir. (Yalancılık, bahillik, ayetleri inkar gibi).
"Kim bahillik yapar kendini zengin görüp ihtiyaç göstermezse Kelimeyi Tevhidi tekzip ederse, en şiddetli yolu ona hazırlarız." (Leyl suresi ayet 8, 9, 10)
Hayatını (yani zamanını) ek, eğer ekmeden hayır istersen, kudret eli sana olgun bir gül, bitirecektir. Yine hayatını ek, o ekmeden maksadın şerse, kudret eli bu ektiğinden sonra, devamlı artan bir diken bitirir. Müslümanın akidesi budur.
Dünkü kader ile bugünkü kader anlayışı arasındaki fark: Asrı saadette Müslümanlar, muhaverelerinde(karşılıklı konuşmalarında) kadere imanla güçleniyorlardı. Kadere iman onları cesaretlendiriyordu. Nasıl cesur kılmasın ki: Onlar ömürlerin mahdut olduğunu, rızıklarının belli olduğunu, rızkı tükenip eceli gelmeden, bir nefsin elbette ölmeyeceğini biliyorlardı. Bu onların inancı idi. Dünün insanı böyleydi, onlardan sonra gelenler ise, istirahate çekilmeyi dünyada uzun kalmayı, kaderi özür olarak göstermeyi, böylece mesuliyetten kaçmayı tercih ettiler.
İkinci kademe ise, insan iradesinin dışında, zam.an zaman dış etkenlerin müdahalesiyle meydana gelen fiildir. İnsan istemediği halde zorlanarak işlediği fiil veya yaparken hata ettiği işte Allah (C.C.) onu muaheze etmez, lütfunun gereği budur. Kalbi merhaledeki hürriyete gelince dış etkenlerin tesiri, zorlaması düşünülemez. Zira ne şerrin, ne de hayrın askerleri, şahsın müsaadesi olmadan oraya giremez. (Köle misali; efendi kölesine zahiren, zorla herhangi bir şey yaptırabilir. Fakat niyetine müdahale edemez. Şöyle ki, kalbinde şu muayyen (açık, belli) şeyi sakla dese de saklamayabilir, müdahale mümkün değildir.)
Kur'anda görüyoruz ki Cenabı Hak (C.C.) insanı bir şeyi yapmaya zorlamayı kabul etmez. O şey iman dahi olsa...
"Eğer Rabbin isteseydi yerdekilerin hepsi mutlaka iman ederdi. O halde sen mi insanlan mümin olsunlar diye zorlayacaksın?" (Yunus suresi, ayet 99)
"Kalbin dahili olmadan yaptığınız hatada sizin için beis yoktur. Ancak kalbin kastına taalluk ederse o müstesna. O zaman günah vardır." (Ahzab suresi ayet 5)
Başka bir ayette ise: "Allah (C.C.) sizi lağven (kasıtsız) yaptığınız yeminle muaheze etmez. Lakin sizi kalbinizin yaptırdığı (kasten) ile muaheze eder. Allah gafur ve halimdir." (Bakara süresi ayet 225)
Sen niyetini hür bir iradeyle, azimle kullandıktan soma, senin istediğini Cenabı Hak kazasıyla tamamlar.Tabiat öğretmeni insanı süratli değişim içinde görüyor. Şöyle ki: İnsan servet sahibi olmaya başlayınca, kendini emir verme ve men etme sahibi addederek, hemen amirane hareket etmeye başlar. Elindeki mal gidince de, karıncanın metotlu çalışmasına haset eder. Mesela "Nemrud, Ben diriltirim, ben öldürürüm" (Bakara suresi ayet 258) Karun; "Bana has bir ilim sonucu olan bu malı vermem" dedi.(Kasas suresi ayet 78). Keza Firavun görüyoruz. Gök mülkünü de kendi mülküne zammetmeyi isteyerek, Haman'a derki: Ey Haman! Bana bir köşk bina et, umarım Semavat esbabına ulaşır, Musa'nında ilahına muttali olurum: (Müminun suresi ayet 36)
Ayrıca Ad kavmi, "Bizden daha kuvvetli kim var diye birbirine sorarlardı." (Fussilet suresi, ayet 15)
Yeni asırda Napolyon: Muhal(imkansız) bir şey yoktur diyordu. İnsan bu derece gurura ulaştığı veya yaklaştığı zaman, Kur'an ayetleri, hemen onun kibrini azaltarak. La şey olduğunu, mutlak iradenin yalnız Vahidi Kahhara has olduğunu, insana sadede gelmesi için hatırlatmada bulunur. Misal:
(Dikkat) iyi bilinki yaratma ve emir verme ona aittir. (Araf suresi, ayet 54)
Dünyada hiç kimse mutlak emre sahih değildir. Zira vücut sahibi dilerse sizi yok eder, yerinize başkalarını getirir. (Nisa suresi, ayet 133)
İnsanın iki halini ele alalım: İnsan zaif olur, çıkış yolları ona dar gelir. Kendi kendini idareden aciz kalır. Vücutta hiçbir şey yok diye düşünür. Kendisini rüzgarın estiği yönde bir tüy misali, kaderin onunla oynadığını, yerden yere attığını zanneder. Kuran şu ayetlerle onu tedavi eder. Azmini, hür idaresini kuvvetlendirir, o sıhhat buluncaya ve mesuliyetini idrak edinceye kadar, Kuran onunla uğraşır, tedavi eder. (Kehf suresi, ayet 29) da "Dileyen mümin dileyen kafir olsun." (Fussilet suresi, ayet 40'da) "Dilediğinizi yapınız."
Çağırıcı müslümanın tabip olması lazımdır. Kuranı Kerim eczanesinden her insana, neye muhtaçsa onu vermesi gerekir. Bir kısım ayetler vardır, diğer bir kısım ayetlerle tefsir edilir.
Şöyle ki: Kur'anı Kerim Cenabı Hakkın yüce iradesinden bahsederek, "Böylece Allah dilediğini dalalet eder, dilediğini hidayet eder." (Müddessir suresi ayet 31) buyruyor.
Bu ayete göre insanın hür iradesi nerede? Ve niçin muhasebe olunuyor? Denirse, cevaben: Yoldan çıkmamak için bu ayeti tefsir eden, diğer ayetleri gözden geçirelim ve neye binaen dilediğini hidayet, dilediğini dalalet eder öğrenelim. Mesela:
"Allahu Teala zalimleri saptırır (dalalet eder) dilediğini de işler" (İbrahim suresi ayet 27)
"Allah'a söz verdikten sonra, sözünü. bozan fasıkları, onunla dalalet eder." (Bakara suresi ayet 264)
"Allah kafir kavme hidayet etmez." (Bakara suresi ayet 264)
"Allah fasık kavmi hidayet etmez." (Tevbe suresi ayet 24)
"Allah kafirler toplumuna yol göstermez." (Tevbe suresi ayet 37)
"Allah dalalette bırakacağı kimselere hidayet vermez." (Nahl suresi ayet 37)
"Muhakkak Allahu Teala, ziyade yalan söyleyen ve müsrif olan kimseyi hidayet etmez." (Mü'minun suresi ayet 28)
"Allahu Teala küfründe ve yalanında mübalağa edene hidayet etmez." (Zümer suresi ayet 3)
Öğrendin mi ? Görülüyor ki Cenabı Hak'kın (C.C.) dalalet etmek istediği kimseler, dalaleti hidayete tercih eden kimselerdir. Bu kimselerin dilediklerini kader tamamlıyor. Hidayette de durum aynıdır. Şöyle ki:
"Allah kendine icabet edenleri hidayet eder. Onlar ki iman etmişlerdir ve kalpleri Allahın zikriyle yumuşar (yatışır) (dikkat) iyi bilin ki Allah'ın zikriyle kalpler yumuşar." (Rad suresi ayet 28)
"Bizim için cihad edenleri, yolumuza hidayet ederiz." (Ankebut suresi ayet 29)
"Muhakkak, iman edip ameli salih işleyenleri, imanları sebebiyle Allah hidayet eder." (Yunus suresi ayet 9)
"Allahu Teala yoluna yönelenlere, ziyadesiyle hidayet verir." (Meryem suresi ayet 76)
İnsan nefsini hidayete hazırladıktan sonra Allah'ın (C.C.) hidayeti devreye girer. Ayetlerin izah ettiği şekilde kalbini Allah'a (C.C.) yönelt, sana hidayeti gelir
Bu ayete göre insanın hür iradesi nerede? Ve niçin muhasebe olunuyor? Denirse, cevaben: Yoldan çıkmamak için bu ayeti tefsir eden, diğer ayetleri gözden geçirelim ve neye binaen dilediğini hidayet, dilediğini dalalet eder öğrenelim. Mesela:
"Allahu Teala zalimleri saptırır (dalalet eder) dilediğini de işler" (İbrahim suresi ayet 27)
"Allah'a söz verdikten sonra, sözünü. bozan fasıkları, onunla dalalet eder." (Bakara suresi ayet 264)
"Allah kafir kavme hidayet etmez." (Bakara suresi ayet 264)
"Allah fasık kavmi hidayet etmez." (Tevbe suresi ayet 24)
"Allah kafirler toplumuna yol göstermez." (Tevbe suresi ayet 37)
"Allah dalalette bırakacağı kimselere hidayet vermez." (Nahl suresi ayet 37)
"Muhakkak Allahu Teala, ziyade yalan söyleyen ve müsrif olan kimseyi hidayet etmez." (Mü'minun suresi ayet 28)
"Allahu Teala küfründe ve yalanında mübalağa edene hidayet etmez." (Zümer suresi ayet 3)
Öğrendin mi ? Görülüyor ki Cenabı Hak'kın (C.C.) dalalet etmek istediği kimseler, dalaleti hidayete tercih eden kimselerdir. Bu kimselerin dilediklerini kader tamamlıyor. Hidayette de durum aynıdır. Şöyle ki:
"Allah kendine icabet edenleri hidayet eder. Onlar ki iman etmişlerdir ve kalpleri Allahın zikriyle yumuşar (yatışır) (dikkat) iyi bilin ki Allah'ın zikriyle kalpler yumuşar." (Rad suresi ayet 28)
"Bizim için cihad edenleri, yolumuza hidayet ederiz." (Ankebut suresi ayet 29)
"Muhakkak, iman edip ameli salih işleyenleri, imanları sebebiyle Allah hidayet eder." (Yunus suresi ayet 9)
"Allahu Teala yoluna yönelenlere, ziyadesiyle hidayet verir." (Meryem suresi ayet 76)
İnsan nefsini hidayete hazırladıktan sonra Allah'ın (C.C.) hidayeti devreye girer. Ayetlerin izah ettiği şekilde kalbini Allah'a (C.C.) yönelt, sana hidayeti gelir
Hidayet iki kısımdır:
1-) Genel hidayettir, kendisine Rasulün (A.S.V.) ve kitabın, irşad ve tebliğin ulaştığı herkes bunda müsavidir. Bu tebliğ ve irşad da kitap ve Resulden sonra, kim dalalete düşerse, kendine yapar. Körlüğü hidayete tercih etmiş olur. Cenabı Hak: "Semud kavmini hidayet ettik. Fakat onlar körlüğü hidayete tercih ettiler." (Fussilet suresi ayet 17) buyruyor.
2-) İkinci nevi hidayete gelince : Hayra muvaffak olmaktır. Bu nevi hidayeti Cenabı Hak, (C.C.) hayra meyli gördüğü kimseye nasip eder.
Her kim ki, takvalı davransa, sadaka verse, hüsnayı (Kelimeyi Tevhidi) tasdik etse ona en güzel şeylerin yolunu kolaylaştırırız.» (Leyl suresi ayet 5, 6, 7)
Şerrin esbabına taalluk eden kimselere gelince, hidayete müstahak değillerdir. (Yalancılık, bahillik, ayetleri inkar gibi).
"Kim bahillik yapar kendini zengin görüp ihtiyaç göstermezse Kelimeyi Tevhidi tekzip ederse, en şiddetli yolu ona hazırlarız." (Leyl suresi ayet 8, 9, 10)
Hayatını (yani zamanını) ek, eğer ekmeden hayır istersen, kudret eli sana olgun bir gül, bitirecektir. Yine hayatını ek, o ekmeden maksadın şerse, kudret eli bu ektiğinden sonra, devamlı artan bir diken bitirir. Müslümanın akidesi budur.
Dünkü kader ile bugünkü kader anlayışı arasındaki fark: Asrı saadette Müslümanlar, muhaverelerinde(karşılıklı konuşmalarında) kadere imanla güçleniyorlardı. Kadere iman onları cesaretlendiriyordu. Nasıl cesur kılmasın ki: Onlar ömürlerin mahdut olduğunu, rızıklarının belli olduğunu, rızkı tükenip eceli gelmeden, bir nefsin elbette ölmeyeceğini biliyorlardı. Bu onların inancı idi. Dünün insanı böyleydi, onlardan sonra gelenler ise, istirahate çekilmeyi dünyada uzun kalmayı, kaderi özür olarak göstermeyi, böylece mesuliyetten kaçmayı tercih ettiler.
Onlar: Alında yazılı olanı, gözün elbette görmesi lazımdır, derler.
Ne yazık ki bazı gençler, dinini terk ettiği günden beri benliğini kaybetmiş bulunuyor.
Şöyle ki: Bazı insanlar, hurafâtı; Semavi dinmiş gibi müdafaa ederler. İsyana batmış kimseler, bu Allahın (C.C.) emridir derler. Halbuki Allah (C.C.) masiyeti emretmez. Cenabı Hak şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur, masiy’eti emreder. Allah ise mağfiret ve ihsanını vadediyor. Allah vasidir ve alimdir" buyrur. (Bakara suresi ayet 268).
Kimisi de işlediğim isyan Allah'ın (C.C.) iradesiyle olmuştur der. Bunu derken de şerden, kendisine düşen hisseden kurtulmak ister.
Vaka şudur ki: Allahu Teâlâ hiçbir şeye kulunu icbar etmez. Velev ki o şey iman olsun. İmanda zorlama olmadıktan sonra, isyanda zorlama hiç olmaz.
Allahu Teâlâ insana hür bir irade verdi. İşlediği fiillerde onu serbest bıraktı ki, ona göre hesap görsün.
Mesela trene binen kimseler gezmelerinde, diledikleri vagona girmekte, mutlak bir hürriyete sahiptirler. Fakat bir cürüm işleyince de, şahsın hesap göreceği adalettir. Ama trenin durmasında veya gitmesinde, onun bir dahli yoktur. Durdu veya gitti diye muaheze edilmez. (Yani bundan mesul olmaz.)
Hayatlarını gabi(sığ veya kıt) felsefe ile tüketen bazı Müslümanlar, yarın cehennemde yanarken oraya girme sebebini münakaşa eden Kur’ana, bozuk felsefeleriyle cevap veremeyip, bilakis gerçeği söylemek zorunda kalırlar. Şöyle ki:
Kur'an, size korkutucu gelmedi mi? (diye sorar) Evet geldi fakat biz tekzip ettik; derler. (Mülk suresi ayet 8, 9) Kur'an devamla: Sizi cehenneme sevk eden amil nedir? Biz namaz kılmıyorduk; miskinlere yedirmiyorduk, sapıkların içine dalmış ve kıyamet gününü tekzip ediyorduk. Sonunda bu halde iken ölüm bize geldi çattı. (Müdessir suresi ayet 43-47)
Bazı kimseler Allah'ın ilmine (C.C.) iman ediyoruz. İlmi her şeyi ihata (kuşatmıştır) etmiştir. Günah işlememiz, Allahın (C.C.) ilmiyledir derler. Böylece kendilerini mazur göstermeye çalışırlar.
Allah'ın (C.C.) ilmi her şeyi olduğu gibi gösteren saf ve berrak aynaya benzer. Çirkin yüzlü bir kimse aynaya bakıp, kendi çirkinliğini görünce beni çirkin gösteren aynadır demeye hakkı var mıdır? Allahu Teâlâ ilmiyle insanların, ayrı ayrı yollar ihtiyar edeceklerini bilmektedir. Takdir de buna göredir. Dilediklerini de onlara müyesser kılacaktır. Buna dair Cenabı Hak Şems suresinin 1. nci âyetinden 7. nci ayetine kadar 11 sefer yemin ederek: "And olsun güneşe ve onun aydınlığına (güneş batarken) Ona tâbi olduğu zaman aya. Güneş gündüzü açıp aydınlattığı zaman gündüze. Ziyasını örtüp bürüdüğü zaman geceye. Göğe ve onu bina edene. Arza ve onu döşeyene. Nefse ve onu (insan biçiminde) düzenleyene. Sonrada o nefse; isyanını ve itaatini öğretti. Muhakkak (Allahın) azdırdığı kimse ise hüsrana uğramıştır" buyruyor.
Her nefse yapacağı kötülüğü ve takvayı ilham etti buyurması, neticenin adaletli zuhuru içindir. Bu ise mutlak hürriyetin gereğidir. Şu halde şehadet etmek gerekir ki, gerçekler Kur’anda açıktır. Fakat buna rağmen insan cedelde ısrar etmekten geri kalmıyor.
Ey genç kardeşim! Gel, masiyeti Allah (C.C.) yaptırdı demede, nefsim yaptı deyiver ve mücadeleden vazgeç. Ağır yükünle Rabbine git, özür dile senin günahını örter, zira O gafur ve rahimdir. Umulur ki yazdığım bu kısa izah, sana bir anahtar olur. Her bahçeden de bir çiçek almakla, basiret sahibi olursun.
Daha geniş izahat istersen, Muhammed Gazali'nin "Akidetül Müslim" ve Ebu Vefa'nın "Kaza ve Kader" adlı kitabına müracaat et.
Dipnotlar
1-) İnsanın irade hürriyetini ve sorumluluğunu belirlemek amacıyla üzerinde durulan ve “kulların fiilleri” anlamına gelen kelam terimi. (TDV İslam Ansiklopedisi, cilt:10; sayfa: 452)
1-) İnsanın irade hürriyetini ve sorumluluğunu belirlemek amacıyla üzerinde durulan ve “kulların fiilleri” anlamına gelen kelam terimi. (TDV İslam Ansiklopedisi, cilt:10; sayfa: 452)
Kaynakça
* İbn-ül-Hakîm es-Semerkandî, Tarîk-i Müstakîm(Doğru Yol), Çev: Şahver Çelikoğlu, Arslan Yayınları, Baskı: İstanbul 1980, sayfa 27-41