Konstanty Borzecki (Konstanti Bojenski), 10 Nisan 1826’da Kleszow’da (Lehistan/Polonya)
doğar. Lehistan ordusunda subay olan babası, zengin olmamakla birlikte, köklü
ve soylu bir ailenin ileri gelenlerindendir.
Küçük Konstanty, altı erkek kardeşin ikincisidir. Anne ve
babası çocuklarının iyi eğitim almasına özen göstermişlerdir. Konstanty 1844’te
Piotrkow’da liseyi bitirir ve Varşova’da Güzel Sanatlar Okuluna başlar. Sanat alanında çok
yetenekli olmasına karşın iki yıl sonra (1846’da), muhtemelen parasızlık
nedeniyle, okulu ter ederek Wloclawek’te bulunan Katolik papaz okuluna girer.
Klasik ve dini bir öğrenim görür. Anadili olan Lehçeden başka, Latince,
Fransızca ve Rusçayı mükemmel öğrenir. Almanca’da bilir. Bu okulda da güzel
sanatlara ilgisiz kalmaz, Borzecki’nin resim yeteneği de bulunmaktadır. Borzecki, bitirseydi belki de rahip olacağı
bu okulu bitiremez çünkü Avrupa’da 1848 fırtınası esmeye başlamıştır.
Konstanty Borzecki - Mustafa Celaleddin Paşa |
1848 yılında Lehistan bağımsız bir devlet değildir Yarım
yüzyılı aşkın bir süredir Habsburg İmparatorluğu, Rus Çarlığı ve Prusya
tarafından paylaşılmış vaziyettedir. Bu durum vatansever Leh gençlerinde büyük
hoşnutsuzluk doğurmaktadır. Bunlardan biri Borzecki de Lehistan’ın kurtuluşunu
ve bağımsızlığını arzular. “Zihnini en ziyade işgal eden husus, vatanını bağlı
olduğu zincir-i esaretten kurtarmak”tır.
1848’in Nisan ayında Lehistan’ın Prusya’nın hakimiyetinde
olan kısmında, Wielkopolska’da isyan başlar. Borzecki, bir arkadaşıyla birlikte
okuldan kaçarak 12 Nisan’da Poznan’da isyana katılır. Wielkopolska
ayaklanmasının kısa süre içinde Prusya kuvvetleri tarafından bastırılmasında
sonra Borzecki tutuklanır ve Mayıs ayında Prusya’da Magdeburg Hapishanesi’nde
tutulur.
Hapishanede birkaç hafta kaldıktan sonra Fransa’ya gider. O
sırada Osmanlı Devleti, Rus Çarlığı’nın ve Habsburg İmparatorluğu’nun Macar ve
Leh devrimcilerin iade edilmesi taleplerini reddetmiştir ve mültecileri
ülkesine kabul etmektedir. Bunu öğrenen Borzecki, Fransa’da uzun zaman kalmayıp
1849 yılında İstanbul’a gelir.
Vatansever Osmanlı Paşası
23 yaşında İstanbul’a gelen Borzecki , Osmanlı ordusuna
katılmak ister. Harbiye hocası Fransız subaylar tarafından imtihan edilir.
Borzecki formal askeri eğitim almamıştır. O nedenle bu alanda kendisini devrim
sırasında hapishane günlerinde yetiştirdiği tahmin edilmektedir.
Borzecki, gerek genel, gerekse askeri bilgisi, özellikle de
harita çizimindeki üstün becerisi dikkate alınarak, erkân-ı harp (kurmay)
yüzbaşı rütbesinde Osmanlı ordusuna alınır ve harita şubesine atanır. Aynı
sıralarda (1849’un Ekim ayı sonlarında veya Kasım ayı başlarında) İslamiyet’i
kabul eder ve kendisine bizzat Şeyhülislam tarafından “Mustafa Celalettin” adı verilir.
Orduya alındıktan sonra ilk olarak Doğu Anadolu’daki ordu
birliklerinde görevlendirilir ve Kasım ayının ikinci yarısında Diyarbakır’a
gider. Memleket hasreti çekmekten başka, yeni katıldığı Osmanlı ordusunun bozuk
durumuna da sıkılmaktadır. Bu dönemde, yine bir Leh mülteci olan Mehmet Sadık
Paşa (Kont Michael Czikowsky – Mişel Şizikovski) ile mektuplaşır ve dertleşir.
Bu karamsar ruh halinden kurtulmak için resim çalışmalarını sürdürür. Avrupa’dan
askerlik ve mühendislik kitapları getirtip büyük bir azimle kendini yetiştirir.
Projesini hazırladığı ve 1851 yılının Mart ayında kuruluşunu
tamamladığı bir müstahkem mevki sayesinde seraskerlikte (genelkurmayda)
görevlendirilir. 1851’in yazında İstanbul’a dönmüştür. O günden sonra Mustafa
Bey artık tüm yaşamını ikinci vatan seçtiği Türkiye için harcar.
İstanbul’da maiyetinde çalıştığı erkân-ı harp
kumandanlarından Mirliva Ömer Paşa’nın takdirini ve sevgisini kazanır. Öyle ki
Ömer Paşa onu büyük kızı Saffet Hanım’la evlendirecektir. Bu evlilik onun
orduda iyi bir yer edinmesinde etkili olacak olsa da unvanlarını ve şöhretini
çalışkanlığı, yetenekleri, sadakati fedakârlığı ve cesaretiyle elde etmiştir.
1848’de anavatanı Lehistan’ın kurtuluşu için çarpışmaktan
kaçınmadığı gibi, şimdi de samimiyetle bağlandığı yeni vatanı için savaşmaktan
ve hatta ölmekten kaçınmayacaktır. 1852’den 1876’ya dek pek çok savaş ve
çarpışmada (1852 Karadağ, 1853-1856 Kırım Harbi, 1857 Bağdat, 1861-1862
Karadağ, 1867 Girit, 1875 Hersek) bir Osmanlı subayı olarak yer alır. Cesareti
hayranlık uyandırır. Özellikle Kırım Harbi sırasında cesur ve mert bir asker
olarak dikkat çeker. Kurşunla başından ve kılıçla ayağından olmak üzere iki kez
yaralanır. Toplamda, binmiş olduğu atlardan üçü vurulmuş, kendisi de beş kez
yaralanmıştır.
Harbiye’de uzun yıllar harita hocalığı yapan Mustafa
Celalettin Bey, büyük olasılıkla Kırım Savaşı sonrasında (1856’da) Saffet Hanım’la
evlenir. Bir Müslüman Türk ailesi kurar ve münzevi bir aile hayatı yaşar.
Vaktiyle çok sevdiği eğlence hayatını terk eder. Beyoğlu âlemiyle ve Osmanlı’daki
Avrupalı kolonilerle ilişki kurmaz. Lehistan’daki ailesiyle de bağı kopmuştur.
Savaş meydanları dışında sakin bir hayat sürmüştür.
Askerlik, Mustafa Celâlettin Paşa’nın en büyük
tutkularındandır. Eşini çok sevmesine ve ailesi onun her şeyi olmasına karşın
savaş meydanlarını evine tercih eder. Kırım Harbi’nden sonra her savaşta yer
alacaktır.
Eşi Saffet Hanım’ın ilk çocukları Enver’e hamile olduğu
dönemde Serdar-ı Ekrem Ömer Lütfi Paşa ile birlikte ve onun harp zabiti olarak
Bağdat’ta (1857) seferdedir. Burada sağ elinden kurşun yarası aldığı için orta
parmağı kısa kalmıştır. Birkaç ay Bağdat’ta kalan Mustafa Celâlettin Bey,
oğlunu ilk gördüğünde yürüyecek ve konuşacak kadar büyümüştür.
Mustafa Celâlettin Paşa bütün rütbelerini savaş
meydanlarında alır. Erkân-ı harp kaymakamı (yarbay) olarak katıldığı Karadağ
seferinde (1861) boynundan kurşunla dördüncü kez yaralanır ve miralay (albay)
rütbesine yükseltilir (1862). Yine Ömer Lütfi Paşa ile birlikte görev aldığı
1867’deki Girit İsyanı sırasında ise 41 yaşında mirliva (tuğgeneral) olur.
1870 yılına gelindiğinde hamisi Ömer Lütfi Paşa’nın nüfuzu
azalmıştır. Bu, Mustafa Celâlettin Paşa’nın durumunu da etkiler. Ömer Lütfi
Paşa’nın rakibi Serasker Hüseyin Avni Paşa, 1870’te Mustafa Celâlettin Paşa’yı
Manastır’a süvari livalığı memuriyetine tayin eder. Küçük oğlu Ali Seyfi burada
kuşpalazından ölecektir. Mustafa Celâlettin Paşa bundan sonra Yenişehir’e tayin
olur. Burada Rum çetelerle çarpışır. Bu arada Ömer Lütfi Paşa vefat etmiştir.
Bundan sonra Hüseyin Avni Paşa tarafından, Akçura’nın verdiği bilgiye göre kıskançlık
nedeniyle (1870 veya 1871’de) emekli edilir. İstanbul’a döner. Üst üste gelen
bu darbeler Mustafa Celâlettin Paşa’yı çok sarsmıştır. Öyle ki üzüntüsünden dolayı
dokuz ay evinden çıkmaz.
Emekli edilişinde Hüseyin Avni Paşa’nın antipatisinden
başka, Rus Sefareti’nin baskılarının da etkisi olmuş olabilir. O dönemde
Osmanlı hizmetinde birkaç Leh paşa bulunmaktadır ve bu durum Rus Çarlığı’nın
hiç hoşuna gitmemektedir. Rusların en tehlikeli saydığı Leh paşalar olan Murat
Paşa (Bem) ve İskender Paşa (Ilinski) daha önce vefat etmişlerdir. Ancak,
Mehmet Sadık Paşa hayatta ve etkilidir. Mahmut Hamdi (Freund), Nihat (Bielinski)
ve Sefer (Koscielski) paşalar da aynı dönemde görev başındadırlar.
Sıkı bir Çarlık düşmanı ve Osmanlı Devleti açısından bir güç
kaynağı olduğundan Mustafa Celâlettin Paşa Rusya için tehlikeli bir unsurdur.
1864’ten beri Rus Büyükelçisi olan İgnatyev, Mustafa Celâlettin Paşa’yı takip
etmektedir. 1871 yılından itibaren Osmanlı-Rus yakınlaşması başlayacak, Rusya
ile iş birliği eğilimi öne çıkacaktır. Bu nedenle, Mustafa Celâlettin Paşa’nın
emekli edilişinde Rus büyükelçisini baskılarının da payı olmuş olabilir.
Bununla birlikte Mustafa Celâlettin Paşa’nın emekliliği
fazla uzun sürmez. Birkaç ay sonra Hüseyin Avni Paşa’nın sürülmesiyle (1871
veya 1872’de) rütbesi iade edilir, yeniden muvazzaf sınıfına alınır. Erkân’ı
Harb-i Umumi Dairesi’ne tayin edilir.
Temmuz 1875’te Hersek İsyanı başlamış ve isyan kısa sürede
tüm Balkanlara yayılmıştır. Mustafa Celâlettin Paşa da bölgede görevlendirilir.
Nisan 1876’da hafif yaralanır, kısa zamanda iyileşir. Temmuz ayında Sırplar
karşısındaki başarıları nedeniyle terfi eder ve ferik(tümgeneral/korgeneral)
olur. Bundan kısa süre sonra Karadağ’da karnından yaralanacaktır. 28 senelik
askerlik yaşamında aldığı altıncı ama ilk ölümcül yarası budur. Kaldırıldığı cephe revirinde birkaç saat daha
yaşayan Mustafa Celâlettin Paşa, 10 Ekim 1876’da 50 yaşında şehit düşer. Naaşı
Karadağ’ın Spuz kasabasındaki caminin avlusuna defnedilir.
Eski Modern Türkler
Mustafa Celâlettin Paşa’nın askerlik dışında iki tutkusu
vardır: Resim yapmak ve Türklerin tarihini araştırmak. Savaş dışındaki
zamanlarında Osmanlı ülkesine ve Türk milletine düşünsel düzlemde hizmet etmeye
çalışmıştır. Askerliğe, tarihe, filolojiye ilişkin araştırmalar yapar, kitaplar
ve siyasi makaleler kaleme alır.
Yusuf Akçura, Paşa’nın bu konular üzerine birkaç eser
yazmışsa da sadece iki kitabının basılmış olduğunu ifade etmektedir. Bunlardan
biri La Guerre Moderne (Zamanımız Harbi) diğeri ise Les Turces Anciens et
Modernes’dir. (Eski ve Modern Türkler) Enver Celâlettin Paşa ise, La Tactique
adlı kitabın babasına ait olduğunu dile getirir. Mustafa Celâlettin Paşa, Eski
ve Modern Türkler’de Les influencens
Russes et Occidentales en Orient (Şark’ta
Rus ve Batı Tesiri) adlı eserinden söz etmiştir. Leh tarihçi Adam Lewak, Paşa’nın
Timurlenk ordusu, yeniçeriler ve Doğu’da faaliyet yürüten Cizvit papazlar
hakkında yayımlanmamış eserleri bulunduğunu belirtmektedir. Eski ve Modern
Türkler dışında, anılan eserler hakkında bilgi bulunmamaktadır.
Jön Türk
1848-1849’da Avrupalı bir “jeune” olan Mustafa Celâlettin
Paşa’nın yeni vatanı ve yaşamındaki siyasi duruşu da temelde 1848-1849
dönemindekinden farklılık göstermez: “Jön
Leh”, Jön Türk olmuştur.
Eski ve Modern Türkler kitabı, Osmanlı Devleti’nin sorunlarını
çözerek güçlenmesi ve tebaasının refahı için yapılması gerekenleri anlatan bir
rapor niteliğinde bir eserdir ve iki eksene oturmaktadır. Türk tarihine ilişkin
bölümden başka, reform önerileri de içermektedir. Mustafa Celâlettin Paşa
Osmanlı’da siyasal reformlar yapılmasını savunmuştur.
Devletin gerilemesini mevkileri hak edenlere değil, göz
boyayanlara ve dalkavuklara dağıtılmasına bağlar. Ona göre Türk halkında
gerileme alameti görülmemektedir ama hükümetin acizliği herkesin malumudur.
Mustafa Celalettin Paşa, 34 yıllık reform (Tanzimat)
döneminde gerçekleşen sonuçların çok büyük olduklarını vurgulamakla birlikte,
madalyonun öbür yüzünün de görülmesini ister. Türkiye’nin geçmişi bırakarak
Avrupa medeniyeti yoluna girmekle iyi bir iş yaptığını fakat Avrupa’dan gelen
her şeye gösterilen büyük ilginin sanayimizi ortadan kaldırdığını, ihracata
ithalatın üç misli gümrük resmi(vergisi) konulmasının, sanayimizin mahvolmasına
seyirci kalanlar için utanç abidesi olduğunu ifade eder.
Türk askerinin, aile ocağına döndüğünde gelişme ve hoşgörü
fikirlerinin yayıcılığını yaptığını belirtir. Ama Türklerin askere gitmeleri
sonucu bir kısım toprağın ekilemediğini, bunun, Türkler ile askerlik yapmayan
Hristiyanlar arasında bir eşitsizlik yarattığını vurgular. Hristiyanların da askere
alınmasını ister ama Rusların telkin ettiği gibi yalnızca Hristiyanlardan
oluşan birliklerin oluşturulmasının da Türkiye’nin intiharı olacağını belirtir.
Mustafa Celâlettin Paşa, dikkat çekici kültürel reformlar da önermiştir. Türk
dilinin yabancı kelimelerden
temizlenmesini ister. Arap alfabesinin ve yazısının Türkçeye uymadığını
belirtir ve bunun yerine Latin alfabesini önerir. Ayrıca kadınların hürriyete
kavuşmasını, açılmasını savunur. En çarpıcı noktalarından biri de Osmanlı
Devleti’nde Türklük fikrine değer verilmemesinden doğan sakıncalara dikkat
çekmiş olmasıdır.
Mustafa Celâlettin Paşa, dostları Basiretçi Ali Efendi’nin
1870 yılı Ocak ayında çıkmaya başlayan Basiret gazetesine ve Giampietri’nin Courrier
d’Orient gazetesine imzasız
olarak pek çok siyasi makale yazmıştır. Niyazi Berkes, Mustafa Celâlettin Paşa’nın
Yeni Osmanlılar’ı desteklediğini belirtmektedir ki bu, oldukça muhtemel görünmektedir. Nitekim
1848/1849 mültecilerinden Ömer Naili Paşa, Daniyel Silâki (Daniel Szilagyi)
gibi isimlerin Yeni Osmanlılar ile organik bağları olduğu ve hareketi
destekledikleri iyi bilinmektedir.
Nazım Hikmet’in Büyük Dedesi
Mustafa Celâlettin Paşa, yalnızca siyasi görüşleri ve
ideolojisi bakımından değil, aile fertleriyle de Türk devrim tarihinin bir
parçasıdır. Paşa, ünlü şair Nâzım Hikmet’in büyük dedesidir. Nâzım Hikmet’in
annesi Ayşe Celile Hanım, Enver Celâlettin Paşa’nın kızı, Mustafa Celâlettin
Paşa’nın torunudur. Mustafa Celâlettin Paşa’nın diğer bir torunu Münevver Hanım
ise Celile Hanım’ın kardeşi ve Nâzım Hikmet’in dayısı olan Mustafa Celâlettin
Bey’in kızıdır. Nazım Hikmet’in kendisi de büyük dedesinin Mustafa Celâlettin
Paşa olduğunu “Lehistan Mektubu” adlı
şiirinde dile getirmiştir:
“…
Sevgilim, dayı kızım, Memed’imin anası,
dedelerimizden biri
1848 Polonya
muhaciri.
…
Lehistan’dan gelmiş dedelerimizden biri,
gözlerinde karanlığı yenilginin,
saçları al kana boyalı.
Uykusuz geceleri Borjenski’nin
benimkilere benzer olmalı.
Tıpkı benim gibi o da
çok
uzaklarda kalan bir ağacın altında
unutmuş olabilir
uykusunu.
Onu da benim gibi deli etmiştir, deli
her solukta alıp da gitmek memleket kokusunu
memleketi bir daha görememek ihtimali.
Sevgilim
nerde, ne zaman hürriyet dövüşmüş de
ön safında Polonya’lı bulunmamış?
…
Göğsümü kabartmıyor değil
dedelerimden birinin Lehli oluşu…
Mustafa Celâlettin Paşa, Oktay Rifat’ın da büyük dedesidir.
Nazım Hikmet ve Oktay Rifat teyze çocuklarıdırlar.
|
Oktay Rifat, Türk şair, oyun yazarı ve romancı. Türk şiirinin en büyük isimlerinden birisi kabul edilir. Orhan Veli ve Melih Cevdet'le birlikte Garip Akımı'nın kurucularındandır. 1955 yılından itibaren İkinci Yeni adlı şiir akımına yönlenmiştir.
Mustafa Celâlettin Paşa’nın torunu Münevver Hanım’ın eşi
Samih Rıfat Bey, yüksek bürokrat, milletvekili, Türk Tarih Kurumu üyesi, Türk
Dil Kurumu’nun ilk kurucularından ve ilk başkanıdır.
Samih Rıfat Bey (Yalnızgil soyadını almıştır.) |
Atatürk’ün Esinleyicisi
Mustafa Kemal Atatürk’ün kuşağı Celâlettin Paşa’nın
görüşlerinden haberdardır. Atatürk’ün Türk tarihi konusundaki
değerlendirmelerinde ve kimi düşüncelerinin oluşmasında Mustafa Celâlettin Paşa’nın
etkisi söz konusudur.
|
Atatürk’ün özel kütüphanesinde “Eski ve Modern Türkler’in
bir nüshası (ikinci , yani Paris baskısı) mevcuttur. Atatürk’ün bu kitabı nasıl
edindiğine dair iki görüş vardır. Birincisine göre, Mustafa Celâlettin Paşa’nın
oğlu Enver Celâlettin Paşa Rumeli’de Kolordu Komutanlığı’nda iken maiyetine
atanan Mustafa Kemal Bey kitabı komutanından alarak okumuştur. İkinci görüşe
göre ise kitabı, yakın arkadaşı ve Mustafa Celâlettin Paşa’nın uzaktan akrabası
olan Ali Fuat (Cebesoy) Bey’den edinmiştir.
Dr. Arda Odabaşı
Kaynak: Mustafa Celâlettin Paşa, Eski ve Modern Türkler,
Kaynak Yayınları, 4. Baskı Eylül 2015 – İstanbul, Sayfa: 15-34